Sabah 8.30’da sevgili şoförümüz Ashok bizi
otelimizden alıyor. Delhi’den trafik eşliğinde çıkıyoruz, ancak sonrası rahat
ve trafiksiz bir otoban... Agra’ya yaklaşık 3 saatlik bir yolumuz var, yol
yorgunluğumuz devam etmekte olduğu için, arada uyuklasak da, gözümü her
açtığımda renkli manzaralar görüyorum. Arkalarında “Lütfen korna çal” yazan rengarenk
kamyonlar favorim...
Esas cümbüş ise; Agra’ya yaklaşınca başlıyor;
iki yanımızdaki duvarlarda pembe popolu maymunların oturduğu bir yerden
geçiyoruz ve ardından trafik tıkanıyor. Korna sesleri o kadar yoğun ki,
neredeyse arabanın içinde birbirimizi duyamıyoruz. Bu sefer pislik ve sefillik
ön planda değil, ama çok değişik ve renkli manzaralar var; sağlı sollu çeşitli
dükkanlar, dükkanların önünde yerlerde oturup meyve satan insanlar, park
halinde renkli düğün arabaları, kaldırımlarda müşterilerini tıraş etmekte olan
sokak berberleri, kulak temizleyen adamlar ve tabii yine tüm bu kaosun içinde
kusursuz renklere bürünmüş sarili kadınlar...
İTİMAD-UD-DAULAH YA DA “BEBEK TAC”
Biz hayretler içinde çevreyi seyrederken,
Ashok, Itimad-ud-Daulah’ın türbesinin önüne park ediyor. Yakınlardaki bir Hindu
tapınağından gelen dua sesleri eşliğinde arabadan iniyoruz ve rehberimiz Yogi
bizi karşılıyor. Korna ve dua sesleri arasında bağrışarak tanışmaya çalışıyoruz
ve doğruca İtimad’ın türbesine yürüyoruz. Ana kapıdan içeri girdiğimizde artık
korna seslerini duymuyoruz, yalnızca tapınaktan gelen müzikal dualar gezimize
eşlik ediyor. İtimad-ud-Daulah türbesinin bir diğer adı da “Baby Taj”, yani
“Bebek Tac”, çünkü bu türbe hem Agra’da bulunması; hem de çok ince bir sanatla
bezeli olması sebebiyle Tac Mahal’e ilham veren eser olarak da biliniyor.
İtimad-ud-Daulah |
Ana kapıdan içeri girince, Bebek Tac, gözlerimizin
önünde küçük bir mücevher gibi beliriveriyor. Burayı o kadar sevdim ki, bir ara
acaba Taj Mahal’i beğenmeyecek miyim diye korktuğumu itiraf etmek istiyorum...
Duvarları yarı değerli taşlardan muhteşem mozaiklerle süslü; her tarafı
incecik, dantel gibi bir mermer işçiliği ile işlenmiş, değerli bir sanat eseri;
ama aynı zamanda çok da mütevazi görünüyor...
Hikayesi de oldukça sıra dışı, zira bu türbe
ne bir hükümdar; ne de bir hanım sultan için yapılmış; Cihangir Şah’ın karısı
Nurcihan Sultan bu türbeyi, kendisinin
aslen İranlı olan anne ve babası için yaptırmış.
Nurcihan’ın babası, Cihangir’in veziri ve
devlet içinde çok güvenilir bir kişilik olduğundan “İtimad” ismini sonradan
almış. Ama bu noktaya gelene kadar ki hikaye de anlatılmaya değer. Aslen bir sanatçı
olan İtimad, İran’da geçim zorluklarıyla boğuşurken, Babür Hanlarının sanata
düşkün olmalarını bir fırsat bilerek, sarayda kendine sanatçı olarak bir yer
edinebileceğini düşünüyor ve ailesini alıp Babür topraklarına doğru yola
düşüyor. O sırada yeni doğmuş olan çelimsiz kızları Nurcihan’ı besleyecek
imkanları olmadığından, küçük bebeği yolda terk ediyorlar. Ancak bebek
başkaları tarafından bulunarak, mucizevi bir şekilde aileye ulaştırılıyor. Bu
olaydan sonra kızlarının mucizevi bir yönü olduğunu düşünmeye başlayan aile,
ona gözleri gibi bakıyorlar. Baba gerçekten de sarayda sanatçı olarak kendine
sağlam bir yer ediniyor. Bu arada Nurcihan da büyüyüp, çok güzel bir genç kız
olarak saray çevrelerinde dikkat çekmeye başlıyor. Cihangir onu gördüğü ilk anda,
ona aşık oluyor. Sarayda küçük çaplı bir skandala neden olan bu aşk,
Cihangir’in anne ve babası tarafından onay görmediğinden, Nurcihan acele bir
şekilde bir generalle evlendiriliyor, ancak zavallı general esrarengiz bir
şekilde öldükten sonra Cihangir büyük aşkı Nurcihan’la evleniyor ve böylece
Nurcihan Babür imparatorluğunun büyük kraliçesi oluyor... Bu noktadan sonra
baba iktidar basamaklarını büyük bir hızla tırmanarak vezir olup, zaman içinde
yaptığı iyi işlerle İtimad adını alıyor.
Oldukça güçlü bir rivayete göre Cihangir çok
fazla şarap içen ve genellikle sarhoş dolaşan bir hükümdar olarak biliniyor; bu
sebeple ipler her zaman Nurcihan’ın elinde oluyor. Nurcihan’ın gücünü
kavrayabilmek için bu sanat şaheseri türbeye bakmak yeterli aslında; doğuştan
asil olmamalarına ve hatta aslen yabancı olmalarına rağmen bir kraliçenin kendi
ailesi ve yakınlarına özel, böyle bir türbe yaptırması oldukça alışılmadık bir
durum...
Ana kapıdan girince türbeye doğru, podyum gibi
bir yol uzanıyor. Bu yolun bahçeden oldukça yüksek konumda olması dikkatimi
çekiyor. Meğerse eski zamanlarda podyumun iki tarafında bulunan bahçede çeşit
çeşit meyve ağaçları varmış ve bu yoldan yürüyen herhangi bir kimse meyve
ağaçlarının üzerinden uçuyormuş gibi bir hisse kapılırmış. Nurcihan’ın burada
vermek istediği “cennet bahçesi” etkisi oldukça yaratıcı ve büyüleyici... Gerçi
bugün niye meyve ağaçları dikmediklerini anlamadım ama hayal etmek bile harika bir
duygu yaratıyor.
Biz hayranlıkla bu türbeyi gezerken, sevgili
rehberimiz Yogi anlatmaya devam ediyor. Babür türbelerinde kadın her zaman
odanın merkezinde yer alıyor; kocası ise merkezdeki eşinin yanına gömülüyor;
ancak onun da sandukası kadının sandukasına göre 3-4 parmak daha yüksek oluyor.
Bir de mezar odaları hep bir kişiye ya da evliyse bir çifte ait oluyor. Bir
odaya sıra sıra yatırmak Babür’de yok. Bebek Tac, Tac Mahal gibi komple beyaz
mermerden değil; beyaz mermer, kırmızı kum taşıyla harmanlanmış. Yapı çok ince
bir mermer işçiliğiyle işlenmiş, dikkat çekici bir başka detay ise ön cephe
duvarlarında yer alan şarap testisi süslemeleri. Nurcihan, şarap sever eşine
böyle bir jest yapmış anlaşılan...
AGRA SOKAK MANZARALARI
Bu huzur dolu ziyaret sonrasında yeniden Agra
kaosunun içine düşüyoruz. Yol kenarında park etmiş olan rengarenk düğün
arabaları ilgimizi çekiyor. Ön taraflarında borazan detayları olan bu arabalar,
üzerlerine tüm orkestranın yerleştirilip, mobil hale getirildiği bir konsept
sanıyorum. Yolun kenarında müşterisini tıraş etmekte olan bir berber ve onun
yanında manasızca oturan korkutucu bakışlı adam dikkatimizi çekiyor. Bir maymun
göz açıp kapayana kadar karşıya geçiveriyor.
Üzeri bir maymun kolonisiyle dolu bir binanın
önünden geçiyoruz. Aynı binanın parmaklıkları olmayan balkonundan bir adam
çocuğunu kucağına almış yolu seyrettiriyor, aynı anda etraflarında bir sürü
maymun oradan oraya atlıyor. Buradaki maymunların popolarının pembe olduğunu
söylemiş miydim?
Stai Kandela isimli bir restoranda yenilen
müthiş zengin bir öğle yemeğinden sonra Agra kalesine gitmek üzere yeniden yola
düşüyoruz. Tac Mahal uzaktan bembeyaz parlıyor. Agra Kale’sini, Tac Mahal’den
ayıran nehrin üzerinden geçiyoruz. Aşağıdaki nehirde çamaşır yıkıyorlar, nehir
suyu çamur, yıkanan çamaşırlar beyaz , kuruması için yine çamura seriyorlar.
Her şey tuhaf!? Yogi gülümseyerek bu çamaşırların oradan beyaz çıkmasının bir
çeşit Hint mucizesi olduğunu söylüyor. Bir de rengarenk sarileri nehirde
yıkayıp seriyorlar, renkler göz alıcı...
AGRA KALESİ VE ŞAH CİHAN’IN HİKAYESİ
Bir sanat eserinden farksız olan Agra kalesi rengarenk sarili kadınlara ve okulu kırmış, kızlı-erkekli öğrenci gruplarına harika bir fon oluşturuyor. Yine kırmızı kum taşı ve beyaz mermerin harika birleşimiyle, zarafetin doruk noktalarında bir mimari, incecik dantel gibi pencereler... Mermerden dantel örmüşler adeta pencerelere, üstelik bu tip pencerelerin ve sarayın içine uzanan havuz ve su kanallarının doğal klima görevi gördüğünü öğreniyoruz... Agra Kalesi rengarenk çiçeklerle dolu, bakımlı bir bahçeye sahip, bahçede çizgili sincaplar hoplayıp - zıplıyor...
Bir sanat eserinden farksız olan Agra kalesi rengarenk sarili kadınlara ve okulu kırmış, kızlı-erkekli öğrenci gruplarına harika bir fon oluşturuyor. Yine kırmızı kum taşı ve beyaz mermerin harika birleşimiyle, zarafetin doruk noktalarında bir mimari, incecik dantel gibi pencereler... Mermerden dantel örmüşler adeta pencerelere, üstelik bu tip pencerelerin ve sarayın içine uzanan havuz ve su kanallarının doğal klima görevi gördüğünü öğreniyoruz... Agra Kalesi rengarenk çiçeklerle dolu, bakımlı bir bahçeye sahip, bahçede çizgili sincaplar hoplayıp - zıplıyor...
Babür zamanında, saraydaki kadınların dışarı
çıkmaması için Agra pazarı belli günlerde şu an içinde bulunduğumuz avluya
gelirmiş. İşte Şah Cihan da, biricik aşkı Mümtaz’ı ilk kez burada, bu pazarda
görüp, aşık olmuş. Mümtaz 14. Çocuklarını doğururken ölünce, Şah Cihan karşı
kıyıda bir inci gibi parlamakta olan muhteşem Tac Mahal’i yaptırıp, bir tanecik
aşkını oraya gömmüş. Ancak bir süre sonra oğlu tarafından tahttan indirilerek
yine bu kalenin Tac Mahal’i gören bir odasına hapsedilmiş... Ölmeden önceki son
günlerine kadar da, muhtemelen şu an önünde durmakta olduğum pencerelerden
izlemiş muhteşem eserini...
BİR AŞK ANITI: TAC MAHAL
Akşam üzerine doğru Yogi’nin şiir gibi akan
hikayeleri eşliğinde efsanevi Tac Mahal’e doğru yürüyoruz. Akşam güneşi
solumuzdaki bir Pazar yerini aydınlatıyor, Holi festivaline iki gün kaldığı
için, kadınlar ve çocuklar bayram alışverişindeler... Ya da benim gözümden
aktarırsam, renkli sariler alışveriş yapıyorlar...
Yolda artık alıştığımız Agra trafiğinden eser
yok, çünkü uzun süredir Tac Mahal’in çevresine arabaların girmesine izin
verilmiyor, arabalar belli bir uzaklıktaki otoparklara koyulmak zorunda ve eğer
ana kapılara kadar yürümek istemezseniz otoparklarla, kapılar arasında hizmet
veren elektrikli arabalara binebilirsiniz. Yogi bizim için yoldan bir
elektrikli araba çeviriyor, Doğu kapısında arabadan iniyoruz.
Az sonra bu kapıdan geçip, Tac Mahal’le ilk
tanışmamızı gerçekleştiriyoruz. Tam karşısına geçip, ona doğru baktığımda,
nefes kesecek kadar güzel olduğunu görüyorum. Baktıkça neden muhteşem olduğunu
anlayabiliyorum sanırım, hem çok görkemli, hem de çok zarif olması şaşırtıcı;
hatta belki de “görkemini zarafetinden
alıyor” dersem, en doğru şekilde tanımlamış olurum.
Çoğunluğu Hintli, mahşeri bir kalabalık tüm
bahçeyi rengarenk doldurmuş. Belli ki aşka adanmış bu muhteşem eseri görmek
için Hindistan’ın dört bir tarafından gelmişler... Birbirinden çok farklı tip
ve giyimlerde değişik Hintli gruplar bahçenin her yerine dağılmış durumda...
Yogi şiir okur gibi anlatmaya devam ediyor.
Ölümsüzleşmenin yıkarak değil, ancak sanatla olabildiğinin canlı bir kanıtı
gibi Tac Mahal... Aşka ve sanata adanmış bu mabet, bugün buraya gelmemize sebep
olup; şu anda bana bu yazıyı yazdırarak, Şah Cihan ve Mümtaz’ın hikayesini
anlattırabiliyorsa; işte ancak bu kadar ölümsüzleşebilir insan...
Şah Cihan’ın sanata ve mimariye olan tutkusu
da bu eserde vücuda gelmiş aslında... Şöyle düşünelim, bundan 400 sene kadar
önce dünyanın en iyi sanatçı ve mimarlarını bir araya toplayıp; birbirlerine
yabancı bütün bu insanları, mükemmel bir eser yaratmak amacı altında
birleştirip, bugün bile Hindistan’ın bütçesinin zor kaldıracağı bir parayı
harcayarak, gerçekten mükemmel bir eser yaratmayı başarmış. Üstelik Tac
Mahal’in, bugün Hindistan’ın turistik çekim merkezi olduğunu düşünürsek; ülkeye
her sene dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanın gelmesini sağlayarak,
Hindistan’a olan borcunu fazlasıyla ödüyor.
İnşası tamamlandığında sadece ortaya çıkan
muhteşem sanat eserini kutlamak niyetiyle; bu projede görev alan herkes Tac
Mahal’e çağırılarak, büyük bir kutlama yapılmış. Hayal etmesi bile güç; bu
güzel bahçede tüm gün çalan müzikle birlikte bir bayram havası esmiş...
Bunları konuşarak büyük bir izdiham ve
gürültüyle birlikte türbenin içine giriyoruz; içerisi kalabalık ve gürültülü;
bu haliyle Hindistan’ı temsil ediyor sanki... Türbenin etrafında yürürken,
madeni para atma sesleri gelmeye başlıyor. Bu tuhaf adeti anlamaya çalıştıysak
da; bir mezarın üzerine para atmanın nasıl bir anlamı olabileceğini çözemiyoruz.
Yogi’ye sorunca, gülümseyerek bize gösteriyor; türbenin kapısındaki görevli,
içerisi iyice kalabalık olunca çaktırmadan bir tane para atıyor türbeye, bu
sesle birlikte böyle bir adet olduğunu sanan kalabalık da türbeye doğru para
atmaya başlıyor. Yogi’nin söylediğine göre görevli akşam paraları toplayıp,
çıkıyormuş. Zavallı aşıklar nelere alet olacaklarını bilseler kendilerini yerin
altına gömerlerdi muhtemelen...
Tac Mahal’in dört tane simetrik kulesi mevcut,
eskiden kulelere çıkılabiliyormuş, ancak birkaç intihar vakasından sonra
kuleleri ziyarete kapatmışlar, bunu söyledikten sonra Yogi, muhtemelen her gün
gördüğü Tac Mahal’e sevgiyle bakarak, “İntihar etmek için ne yer ama?!” diye iç
geçiriyor.
Arka tarafa geçince, nehrin öte tarafında
bugün gezdiğimiz Agra kalesini ve nehirden sürüler halinde geçen pelikanları
görüyoruz. Biz onları izlerken bir grup genç geliyor ve Yogi’ye bir şeyler
söylüyorlar. Yalnızca tüm aileyle olursa olabilir diye cevap veriyor, İngilizce...
Sonra bize dönüp, bu gençler sizinle fotoğraf çektirmek istiyorlar... diyor.
Kabul ediyoruz, sonra onlarla birlikte birkaç fotoğraf çektiriyoruz, sonra
etrafımız başka gönüllülerle dolmaya başlayınca, hemen oradan uzaklaşıyoruz.
Daha sonra Tac Mahal’den çıkarken arkamdan Hintli bir kız yaklaşıyor ve benimle
fotoğraf çektirmek istediğini söylüyor, ben kabul edince çok mutlu oluyor...
Sonrasında Yogi, Hindistan’da güzellik
anlayışının beyaz tenli ve sarışınların oldukça lehine olduğunu anlatıyor.
Hatta son yıllarda televizyondaki kozmetik reklamlarında bile, “daha beyaz bir
cilt için...” gibi ibareler sıkça görülür olmuş...
AGRA’DA ALIŞVERİŞ
Tac Mahal’de mermerin içine yarı değerli
taşların gömülerek yapılmış muhteşem mozaik işçiliğini görüp de etkilenmemek
elde değil... Bu el sanatı Agra’da halen devam ediyor, buradan alınacak en
değerli el sanatı mermere işlenmiş mozaikli bir heykel ya da daha iyisi bir
masa... Evet, yanlış duymadınız... Mermer bir masa...
Mermer masa |
Agra’daki atölyeler klasik turist dükkanı
aslında, önce taşların mermere nasıl gömüldüğünü izliyorsunuz, oradan da
dükkana geçiyorsunuz. Dükkanda öyle mermer masalar var ki; hem güzellik; hem de
fiyat bakımından insanı ağlatır. Üstelik taşıyamam gibi bir bahaneniz de
olamıyor, çünkü gönderiyorlar. Masalardan biriyle aşka düşmemeniz olanaksız...
Dikkatli olun!
HİNDİSTAN’DAKİ OTELLER VE AGRA’NIN EN İYİ
RESTORANI
Booking.com’da Agra’daki en iyi otel neymiş
diye bakarken Oberoi Agra’yı gördüm, fotoğrafları ve değerlendirmeleri çok
çekici olsa da, Oberoi’nin gecesi 1000 Dolar olunca; ben de Agra’da yeni açılan
Double Tree Hilton’da yer ayırttım. Ancak Agra’daki tek gecemizde muhteşem otel
Oberoi’nin meşhur restoranı Esfahan’a neden gitmeyelim? Diyoruz ve saat 9.00
için bir rezervasyon yaptırıyoruz.
Oberoi Agra |
Önce biraz barında oturuyoruz, Tac Mahal
uzaktan bembeyaz görünüyor. Aşağıda bahçede bir yemek daveti var ve o yemeğe
özel bir de dans gösterisi var, uzaktan dansı izleme şansını elde ediyoruz.
Esfahan çok şık ve atmosferik bir restoran, canlı
müzik eşliğinde, şık bir şekilde servis edilen yemekler gerçekten çok lezzetli,
özellikle “thali”sini tavsiye edebilirim. Ayrıca Groover’s markalı bir Hint
şarabı içiyoruz, şaşırtıcı derecede iyi...*
*Hint
mutfağını ve şaraplarını ayrı bir yazıda anlatacağım.
FATEHPUR SİKRİ
Sabah sevgili rehberimiz Yogi’nin harika
hikayeleri eşliğinde 30 km’lik Fatehpur Sikri yoluna çıkıyoruz. Yol yine
kaotik, gürültülü ve rengarenk... Maymunlar, pazarlar, pembenin, morun,
sarının, yeşilin onlarca tonu geçiyor penceremin önünden yavaş yavaş...
Bu arada Yogi bize keyifle, Hint toplumunda
astrolojinin önemini anlatıyor. Burada her ailenin bir astroloğu var –
çocukların karakterlerine göre uygun mesleğin belirlenmesinden, eş seçimine;
kişisel problemlerden, sağlık problemlerine kadar her şey astroloğa
danışılıyor. Mesela diyor Yogi; “birkaç sene önce sağlık problemlerim oldu,
eşim astroloğumuza gitmem için ısrar etti ve astrolog da bazı tavsiyelerin yanı
sıra; (elini göstererek) bu yüzükleri takmamı önerdi” diyor. Gülerek ekliyor,
“biraz inançla sağlığımı toparladım”... Böylece Hindistan’da insanların çeşit
çeşit yüzükler takmasının, süslenmeden daha derin anlamları olduğunu
öğreniyorum.
Fatehpur Sikri'den bir detay |
Çok ince bir zevkin ürünü olan bu harika
tarihi kentin en etkileyici özelliği; Akbar’ın Hindu, Müslüman ve Hristiyan
karılarının kendi inançlarına göre düzenlenmiş birbirinden ayrı evleri –ve
Akbar’ın birçok farklı görüş, felsefe ve dinden insanlarla faydalı tartışmalar
yapmaktan hoşlandığı meclisinin, dört tarafa da aynı mesafede duran adalet
balkonu...
Akbar'ın balkonu 4 tarafa da eşit mesafede |
Fatehpur çıkışında üzülerek Yogi’den
ayrılıyoruz. Ve sevgili şoförümüz Ashok’la 5 saat kadar sürecek Jaipur yoluna devam
ediyoruz...
*Bundan
sonraki yazım pembe şehir Jaipur... Takipte kalın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder