“Indochina”, yani Hindiçin, Hindistan ile Çin
arasında kalan tüm Güney Doğu Asya bölgesini tarif eden coğrafi bir tanımdır.
Ancak böyle basit bir açıklamaya sahip “Indochina” kelimesi günümüzde, ben
dahil, bir çok insana romantik bir çağda kalmış, egzotik hayaller çağrıştırmaya
devam ediyor. İşte biz de hayallerimizdeki “Indochina”’yı bulma umuduyla
yeniden yola çıkıyoruz. Ho Chi Minh’de geçirdiğimiz birkaç gün bize aradığımız
manzaraları pek vermiyor, seyahatimizin bundan sonraki kısmı Kuzey Vietnam’da
devam ediyor olacak. Güney Vietnam’ın zamanında Amerikalıların kontrolündeki
bölüm olduğunu düşünürsek, Amerika’ya karşı bağımsızlık savaşı vermiş, komünist
Kuzey’in Güney’den çok daha farklı olacağını düşünüyorum.
|
Güzel gülüşlü bir Hanoili sokak satıcısı |
HANOİ VE ESKİ MAHALLE
Havaalanından Hanoi’ye doğru giderken
manzaramızı yolun her iki tarafındaki tarlalarda çalışmakta olan konik şapkalı
köylüler; yol kenarında bisikletleri üzerinde meyve ya da çiçek satan konik
şapkalı kadınlar oluşturuyor. Bu manzara biraz olsun Saigon’un metropol
havasından çıkmış ve hayallerimizin “Indochina”sına gelmiş olabileceğimizin
işaretlerini veriyor.
Yaklaşık kırk beş dakikalık bir yolculuktan
sonra eski mahallenin tam göbeğindeki otelimiz Essence’e geliyoruz. Kapıdan
girer girmez, kocaman bir gülümsemeyle taze meyve suyu ikram ediyorlar ve henüz
sabahın çok erken saatlerinde olmamıza rağmen odamızı bir saat içinde
hazırlayacaklarını söylüyorlar. Biz de odamız hazır olana kadar meşhur “eski
mahalle”yi keşfetmeye karar veriyoruz.
Adımımızı dışarı attığımız anda sağdan ve
soldan aynı anda gelen motorlar, bisikletler, insanlar, omuzlarında taşıdıkları
bir sopaya asılı sepetleriyle konik şapkalı sokak satıcıları ve burnumuza dolan
hafif nemli bir koku bizi alıyor ve eski bir zamana bırakıveriyor sanki...
Kaldırımdan yürümek olanaksız; yoldan yürümek zorundasınız. Zira kaldırımlarda
başka aktiviteler var; kimi taburesine oturmuş yemek yiyor; kimi bulaşık
yıkıyor; kimi saçını yıkıyor; hatta ayin yapanlar bile mevcut. İlk başta Okan
sokaktaki dinmeyen kaos ve korna sesleri sebebiyle biraz geriliyor; ben ise gördüğüm
bu manzaranın daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzememesi karşısında büyüleniyorum
adeta...
|
Tipik bir Hanoi manzarası |
|
Çiçekçi kadın |
Sokaklar arasında yürümeye çalışırken
birdenbire karşımıza şehrin en eski tapınağı olduğu söylenen Bac ma tapınağı
çıkıveriyor. Burası oldukça küçük olmasına rağmen, eski mahalle’nin en köklü ve
önemli tapınaklarından bir tanesi; içeri girdiğimizde tapınağa adını da veren
dev beyaz at heykeli bizi karşılıyor. Yol yorgunluğumuz ve mahalledeki kaos
halinin bize yaşatmış olduğu şok tapınağın dinginliği ve tütsü kokuları içinde
eriyip gidiyor sanki... İyice sakinleşene kadar buradan çıkmıyoruz. Sonrasında
son derece yerel görünümlü bir yerde birer kahve söylüyoruz kendimize; katran
kıvamındaki kahvelerimizi pek içemiyorsak da, hem biraz gözlem yapıp bulunduğumuz
yeri içimize sindirme fırsatı buluyoruz; hem de güzel fotoğraflar çekiyoruz.
Otelimize döndüğümüzde odamız hazır ve
bavullarımız çoktan odamıza gönderilmiş bile...
|
Bac Ma Tapınağı |
|
İçeriden bir detay |
TEMPLE OF LITERATURE
İlk durağımız Temple of Literature... Burası,
Vietnam Çinli Ly hanedanı tarafından yönetildiği sıralarda 1070 yılında
Konfüçyüs onuruna kuruluyor, hatta mimari olarak da Konfüçyüs’ün Çin’in Qufu
şehrindeki tapınağından esinlenilmiş olduğu söyleniyor. Kuruluşunu takip eden
700 yıl boyunca doktor ve bilim adamı yetiştirmiş bu tapınak, aynı zamanda da
Vietnam’ın ilk üniversitesi olarak kabul
ediliyor.
Burası aynı zamanda gerçek Vietnam mimarisinin
çok iyi korunmuş bir örneği ve dingin avlularında en azından bir süre Hanoi’nin
kaotik sokaklarından kendinizi sıyırabilirsiniz.
Bu arada etrafta Vietnam’ın geleneksel kostümü
Ao Dai giymiş bir sürü genç kız fotoğraf çektiriyor. Öğrendiğimize göre liseden
mezun olurken gelip burada fotoğraf çektirmek adettenmiş.
|
Temple of Literature'da mezuniyet fotoğrafı çektiren bir kız |
Beş farklı avlunun her birini içimize sindire
sindire geziyoruz. En son avludan girdiğimiz “müzik odası” tabir edilen yerde
çok enteresan müzik aletleriyle yapılan, Çin esintili olduğunu tahmin ettiğim
bir müziğe kulak kabartıyoruz.
|
Fotoğraf çektirme sırası |
|
İçeriden bir detay |
HANOİ VE “HO AMCA”
Temple of Literature sonrasında Ho Chi Minh’in
mozolesi, başkanlık sarayı, evi, müzesi ve bir de önemli tapınağı içinde
barındıran trafiğe kapalı ve Vietnamlılar için oldukça kutsal bir alan olan “Ho
Chi Minh Mozole Kompleks”ini ziyaret ediyoruz, burası için dev bir şehir parkı
demek çok da yanlış olmayacaktır. Mozoleye doğru yürürken, ilk dikkatimi çeken
şey, buranın Anıtkabir’e ne kadar çok benzediği oluyor.
|
Mozole |
Gezimizin bu noktasında Ho Chi Minh’le ilgili
bir çok konuya değineceğimiz için, kendisinin hayat hikayesi ile ilgili kısa
bir özet yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Ho Chi Minh 1890 yılında fakir
bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi, babası öğretmendi. Vietnam Ho’nun
küçüklüğünde Çin’in; gençliğinde ise Fransızların egemenliği altında oldu, ama
Ho hep “bağımsızlık” fikri ile büyütülmüştü. 21 yaşından, 50 yaşına kadar
gemilerde çalışarak, dünyayı dolaştı. Bu zaman zarfında bir çok farklı ülkenin
Komünist Partileriyle ilişkisi oldu. Döndüğünde bu dostluklarının da desteğiyle
bağımsızlık savaşını başlattı ve Kuzey Vietnam’ı kurdu. Fransızlar giderken,
Amerikalılar geldi ve Güney’e yerleştiler. Ho Chi Minh Vietnam’ın bağımsızlığı
için Güney’deki Amerikalılarla da savaştı ancak savaş sürerken 1968 yılında
öldü.
Bu etkileyici hayat hikayesinin benim için en
etkileyici kısmı Ho Chi Minh’in 30 yıl boyunca kendini olgunlaştırmak için
seyahat etmiş olmasıydı. Ülkesine dönüp, bağımsızlık savaşını başlattığı zaman
50 yaşının üzerinde olması benim için de hala umut olduğunu gösteriyor.
Mozole ziyareti sonrasında yürüyerek başkanlık
sarayına geçiyoruz; burası zamanında Kuzey Vietnam ve Laos’u kontrol altında
tutmak amacıyla Fransızlar tarafından yapılmış ve uzunca bir süre Hindiçin
bölgesini yöneten Fransız generallerin sarayı olmuş. Dış cephesi Vietnam’ın
uğurlu rengi olan sarı renkte boyanmış, çok iyi korunmuş, gösterişli bir
saray...
|
Başkanlık Sarayı |
Ho Chi Minh seyahat ettiği yıllar da dahil
olmak üzere, tüm hayatı boyunca zor koşullarda yaşamış ve halkının da çok zor
koşullarda yaşadığını bilen bir lider olarak, sarayda yaşamayı reddetmiş ve
Başkanlık Sarayından sadece devleti yönetmiş. Yaşamak için saraya yakın bir
noktada, göl kenarında bambu sütunlar üzerinde duran, geleneksel bir Vietnam
evi yaptırarak, burada yaşamış, buraya bugün House of Stilts adı veriliyor,
(yani sütunlu ev). Bu basit ve aydınlık ev oldukça huzurlu bir ortama sahip ve
gösterişten uzak; bence en büyük lüksü göle bakıyor olması...
Savaş esnasında Amerikalılar için açık bir
hedef olan bu evde gerçekten ne kadar vakit geçirebildiğini bilemiyoruz, ancak
belli ki Ho basit ve keyifli bir yaşam sürme arzusu taşıyormuş.
Evin etrafında ve gölün kenarına doğru
Vietnamlıların Budha ağacı tabir ettiği, yerden en fazla 30 cm büyüyen,
yapraksız ve tipleri Budha’nın meditasyon yaparken ki halini andıran yüzlerce
ağaç çıkmış. Gölün içinde yüzen kırmızı balıklar ise siz elinizi çırptığınızda su
yüzüne çıkarak kendilerini gösteriyorlar.
|
Budha Ağacı |
Bu parkın içinde bir de önemli bir tapınak
bulunuyor. 1049’da imparator Ly Thai Tong tarafından, bir havuzun içinde duran
tek bir taş sütun üzerine yaptırılan minicik ahşap tapınak; “One Pillar
Pagoda”, (yani tek sütunlu tapınak). Fransızlar Vietnam’dan çekilirken orijinal
tapınağı yerle bir etmişler, ancak tapınak daha sonra orijinaline sadık
kalınarak yeniden inşa edilmiş. Bugün tarihi neredeyse bin yıl öncesine dayanan
bu küçücük tapınak halen eski günlerindeki gibi popüler; içine girmek için
uzunca bir sırayı göze almanız gerekiyor; üstelik sıra turistik bir sıra değil;
çoğunlukla gerçekten ibadet etmeye gelmiş insanlardan oluşuyor.
|
One Pillar Pagoda |
VİETNAM SOKAK YEMEKLERİ
Bu uzun ve yorucu tur sonrası otelimize
dönerek bir süre dinleniyoruz. Ve akşam yemeği için sokak yemeklerini bir çatı
altında toplamasıyla meşhur Quan An Ngon’a geliyoruz. Burası sokak yemeklerini
hijyenik bir şekilde tatmanıza imkan tanıyan kocaman bir restaurant, aynı Hanoi
sokakları gibi kaotik görünüyor ama bir şekilde son derece organize bir mekan.
Servis son derece iyi ve servis yapanlar samimi; öyle ki mesela tipik bir
Vietnam yemeği ısmarladınız diyelim, size servis yapan kişi; üşenmiyor; gereken
vakti ayırıp, size bunun geleneksel olarak nasıl yenmesi gerektiğini sakin ve
eğlenceli bir biçimde anlatıyor. Restoranın avlusundaki kalabalığın büyük
çoğunluğunu Vietnamlılar oluşturuyor, bahçe boyunca çeşit çeşit tezgahlarda Vietnam
sokak yemeklerinin en güzel örnekleri servis ediliyor... Biz de birer Bia Hanoi
(bira) eşliğinde masamızı donatıyoruz.
|
Tezgahlardan bir detay |
Bu unutulmaz yemekten sonra Cumartesi geceleri
kurulan Hanoi’nin meşhur gece pazarına gidiyoruz. Ancak burası ucuz ve
özelliksiz Çin malları ile dolup taşan bir yer olması sebebiyle tam bir hayal
kırıklığı yaratıyor. Hızla burayı terk ediyoruz.
|
Eski Mahalle'de gece |
|
Eski Mahalle'de gece 2 |
HANOİ’YE UYUM SAĞLADIĞIMIZ GÜN
Yeni güne saat 10.00 gibi ananas ve ballı
pancake ve koyu Vietnam kahvesiyle başlıyoruz. Bugünkü programımız dinlenme
üzerine kurulu; kahvaltıdan sonra çıkıp, kaotik “eski mahalle”yi derinlemesine
keşfedeceğiz, ardından belki biraz alışveriş ve hatta belki de masaj yaptırmak
gibi niyetlerimiz var. Bakalım neler olacak?
Otelimizden çıkıp, Ma Mai üzerinde 87 numaralı
orijinal haliyle korunmuş, tipik bir eski mahalle evini ziyaret ederek
başlıyoruz yürüyüşümüze... Burası aynı zamanda bir sürü değişik el sanatı
ürünlerinin de satıldığı bir galeri... Hatta avluda bir adam oturmuş, parşömen
kağıtları üzerine resimler yapıyor...
|
Avluda resim yapan bir sanatçı |
|
Tipik bir sokak tezgahı |
Buradan çıkınca bir mühürcüye uğruyoruz, kardeşim
Yasemin’in ismine bir mühür yaptırmak istediğimi söylüyorum, adam söylediğim
ismi hiç sorunsuz anlayıp, öyle bir el çabukluğu ve kusursuzlukla seçtiğimiz
modelin altına kazıyor ki; etkilenmemek elde değil. Buradan çıktığımızda
dükkanın önünde bir adamın nargile mantığında ama nargileden farklı görünen bir
şey tüttürdüğünü görüyoruz. Anlayabildiğimiz kadarıyla bu Çin usulü bir nargile
ve fotoğraf çekmek için izin istiyoruz, incelikle kabul ediyor.
|
Mühürcü çalışırken |
|
İşte o nargile |
Sonra yavaş yavaş Eski Mahalle’den çıkıp, ana
cadde Hang Gai’deki ipek ve çeşitli sanat eserleri satan dükkanları
karıştırarak yürüyoruz. Alışveriş zevki biraz ne aradığınızla bağlantılı tabii
ama ben genellikle başka yerde bulamayacağım, evde gördükçe hem gözümü
okşayacak hem de bana bu seyahati anımsatacak yerel ve orijinal parçaların
peşindeyim, çünkü bunların haricindeki her şeyi artık her yerde bulabiliyoruz.
Böylece kaptırıp gitmişken kendimizi Fransız
mahallesinde St. Joseph katedralinin
önünde buluyoruz. Bu mahalle zamanında Fransızların yaşadığı ve bu sebeple daha
Avrupai havada olan bir mahalle. İki – üç katlı bahçeli evler, nispeten daha
düzenli sokaklar ve farklı konseptte güzel dükkanlar var burada. Biraz da
buradaki sanat dükkanlarını karıştırıp, kilisenin bulunduğu meydandaki kafe
Marlyn’de küçük bir mola veriyoruz.
Öğleden sonra Hanoi sokaklarında motosiklet ve
korna gürültüsünden serseme dönmüş bir şekilde yürürken; her köşeden kuralsızca
ama yavaş ve sakince gelen, ve her daim korna çalan motosikletlere alışmaya
başladığımızı fark ediyoruz. Evet şehrin bu hareketi ve gürültüsü halen çok
yorucu ama artık biliyoruz ki; kendimizi yola attığımızda karşıdan gelen
motorla birbirimize bir şekilde uyum sağlayacağız. Karşıdan karşıya geçerken
bazı şeyleri ağır çekimdeymişçesine yavaş ve an be an algılamaya başladığımı
fark ediyorum.
Akşam üzeri yorgun ama mutlu bir şekilde
otelimize döndüğümüzde resepsiyona etrafta masaj yaptırabileceğimiz iyi bir yer
bulup-bulamayacağımızı soruyoruz. Kendi kardeş otellerinin içinde bulunan La
Siesta SPA’yı tavsiye ediyorlar, hemen randevu yapıyoruz ve birer duşla günün
yorgunluğunu üzerimizden attıktan sonra La Siesta Spa’nın yolunu tutuyoruz. Burada
lotus çayı ikramı sonrasında bir buçuk saat sürecek geleneksel bir Vietnam
masajı olduğu söylenen “bitkisel tütsü terapisi” için bir odaya alınıyoruz.
Sırtımızda dolaştırılan tütsüler eşliğinde nefis bir masajla günün yorgunluğunu
üzerimizden atıyoruz.
Otelimize yürüyerek döndükten sonra akşam
yemeği için Madame Hien’de yer ayırtıyoruz, hazırlandıktan sonra da taksiyle
Fransız mahallesindeki Madame Hien’e geliyoruz. Burası St Joseph katedraline
yakın, kocaman avlulu güzel bir ev ve bu kocaman avluya mum ışığı ile
aydınlatılmış, şık masalar yerleştirilmiş. Mutfak “Fransız esintili Vietnam
mutfağı” şeklinde tanımlanabilir, mutfağın başında Didier Corlou isimli Fransız
bir şef var ama restoranın temelini geçmişte herkesin yemeklerine bayıldığı
Madame Hien’in torununa miras bıraktığı
tarifler oluşturuyor. Burasının diğer yerlerden en önemli farkı; muhteşem
Vietnam mutfağını, Fransız inceliği ile birleştirmiş olması...
|
Tapınağa giden bir köprü |
BAZEN DE SADECE DURMAK İSTER İNSAN
Bugün bu şehirde gezip de en sevdiğimiz yere
geri gideceğiz. Amacımız mı? Aslında bir amacımız yok. Tek istediğimiz orada
dilediğimiz gibi zaman geçirip, tadına varmak ya da sadece durmak... Hayalini
kurduğumuz ideal bir seyahatin bizim için en önemli gereklerinden bir tanesi de
bazen yalnızca durabilmek...
|
Temple of Literature'da ben |
KOTO
Temple of Literature’da dilediğimiz gibi vakit
geçirip, tütsüler yakıp, insanları seyrettikten sonra karnımız acıkmaya
başlıyor. Hayalimiz tapınağın hemen karşısında bulunan ve daha önce National
Geographic’te izleyip, bayıldığımız Koto’ya gitmek. Çok geçmeden Koto’nun
kapısındayız, bizi karşılayan kız tam bizi oturtacakken, bir başka kız gelip ”saat
2.00’de servisimiz bitiyor, yeterli vakit yok sizi alamayız” diyor.
Hayallerimizin yıkılması ve zil çalan karnımızın yönlendirmesiyle tüm
sevimliliğimizi takınıp, hafiften yalvarmaya başlıyoruz. Israrımız işe yarıyor,
ve çok geçmeden içerden başka birisi gelip bizi oturtuyor. Koto savaş esnasında
Avustralya’ya göç eden bir Vietnamlının iyi bir şeyler yapmak niyetiyle açtığı;
fakir ailelerin çocuklarını alıp, servis ve mutfak sanatları üzerine
yetiştirerek, onları büyük oteller ve zincir restoranlarda işe yerleştiren bir
kurum. Yediklerimiz olağanüstü lezzetli, ama bu başka bir yazımın* konusu.
SÜRPRİZLERLE DOLU HANOİ SOKAKLARI
Yemek sonrası “eski mahalle”ye yürüyerek
dönmeye karar veriyoruz. Bu sayede normal şartlarda çok fazla turistin
girmeyeceği ve yer yer içinden demiryolu geçen, bazı mahallelerin içinden yürüyoruz. Bu mahallelerde millet 7’den
77’ye hem çalışıyor, hem de yerlerde yemeklerini yapıp, yiyorlar; yine leğenler
içinde haşlanmış tavuklar, yıkanıp suyu sokağa dökülen bulaşıklar, oyun oynayan
çocuklar, saç tarayan yaşlılar... Hepsi birbirinden değişik onlarca sokak
manzarasına şahit oluyoruz.
Çok geçmeden ana cadde Hang Gai’ye geliyoruz,
bir ana okulunun önünden geçerken, içeride oyun oynayan dünya sevimlisi
çocuklar dikkatimizi çekiyor. Kapının aralık olması sebebiyle durup içeriyi
seyretmeye başlıyoruz. Bir iki tanesi bizi fark ediyor ve “hello” diye bağırıp,
el sallamaya başlıyorlar. Biz de onlara el sallıyoruz. Az sonra bütün sınıf
kapıda toplanıyor ve zıplayarak, ritmik bir şekilde “hee-lloo, hee-lloo” diye
bağırmaya başlıyorlar. Öğretmenleri gelip kapıyı kapatana kadar bu sevimli
manzarayı izliyoruz.
Yürüyüşümüze devam ediyoruz ve Eski Mahalle’nin
girişindeki göbeğe geliyoruz. Buradaki yüksek binaların tepesindeki turistik
kafeler gözümüze ilişiyor. Biz de hem şehri, hem de gölü yukarıdan görebilmek
ve birazcık da yorgunluk atabilmek için “City View Cafe”ye çıkıyoruz. Şehir
tarafı pek iç açıcı bir manzara sunmasa da; göl tarafı enfes... Burada
otururken yapılacak en eğlenceli şey ise aşağıdaki göbekte akmakta olan
Hanoi’ye has organize kaos trafiğini izlemek.
Kafeden çıktıktan sonra yanda bir ayak masajı
tabelası görüyoruz, bir heyecana kapılıp, bu “gizli genelev” kılıklı yere
girmiş bulunuyoruz. Sonuç olarak bizi göl manzaralı bir odaya alıyorlar ve son
derece profesyonel bir ayak masajı yapıyorlar. Her şey buraya kadar kusursuz
gidiyor, ama bir şeylerin ters gideceğinden neredeyse eminim... Masaj bitince
kendilerine 1 er dolar bahşiş veriyoruz. Tam da beklediğim gibi, bir tanesi
kalkıp kapıyı kapıyor, sonra ikisi birden önümüzde ayakta dikilip, hızlı ve
agresif bir tonda konuşmaya başlıyorlar. Özet olarak “patron paramızı vermiyor,
siz bize 5er dolar verin” konu başlıklı bu konuşmadan, 2 şer dolar vererek
kurtuluyoruz. Evet masaj bizim zayıf noktamız ama Vietnam çok da masaj
destinasyonu değil sanırım.
YOLA ÇIKMADAN ÖNCE “PHO BO” MOLASI
Buradan çıktıktan sonra mahalleye girene kadar
indiren muson sebebiyle bir tentenin altında beklemek zorunda kalıyoruz. Bu
öyle güçlü bir yağmur ki, sanki sadece gökten yere doğru değil; aynı zamanda
yerden yukarı doğru da yağıyormuş gibi bir izlenim veriyor. Bir anda her yer
göl oluyor; yağmur dinince de aynı hızda kuruyuveriyor. Yağmur kesilince koşa
koşa otelimize geliyoruz. Tren için son hazırlıklarımızı yapıp, eşyalarımızın
bir kısmını da otele emanet ediyoruz.
Çıkarken Okan kapıda bekleyen bell boy’a
“burada en iyi Pho nerede yenir? Diye soruyor. Çocuk bu soru karşısında şaşırıp
bir şeyler geveliyor. Bunun üzerine Okan soruyu şöyle düzeltiyor. “Sen Pho’yu
nerede yiyorsun?” çocuk bize bir yer tarif ediyor. Bu yere gittiğimizde
gördüğümüz manzara bir kaç gündür sokaklarda gördüğümüz manzaranın çok benzeri;
hijyenik açıdan pek iç açıcı görünmese de çocuk en iyi pho orada dediği için
güvenip oturuveriyoruz. İçerisi pembe dizi seyretmekte olan lokallerle dolu,
kimse İngilizce konuşmuyor. Dışarıda biri domuz diğeri de dana olmak üzere iki
kazan kaynıyor. Hangisinden istediğimizi soruyorlar, çeşitli hayvan
taklitleriyle derdimizi anlatmaya çalışıyoruz, hafifçe sırıtıyorlar. Gelen
yoğun et sulu nefis pholar yol öncesi içimizi ısıtıyor. Artık dağlar için
hazırız.
*Vietnam
mutfağı ile ilgili ayrıntılı bilgiyi daha önce yazdığım “Bir Türk’ün Vietnam Mutfağıyla
Randevusu” isimli yazımda bulabilirsiniz.
OTEL:
ESSENCE HANOI HOTEL**:
22 Ta Hien St., Old Quarter
Hoan Kiem Dist., Hanoi
+84 4 3935 2485
**Tam
Eski Mahalle’nin göbeğinde olduğu için biz bu oteli tercih ettik; aynı grubun
bir çok başka oteli de mevcut, siteden bakabilirsiniz. Çok sıcak ve iyi bir
servis aldık ve çok memnun kaldık.
SPA:
LA SIESTA SPA: (Hanoi Elegance Hotel’in içinde
yer alıyor)
32, Lo Su St., Old Quarter
Hanoi
+84 4 3935 1632
RESTORAN/CAFE:
QUAN AN NGON
18 Phan Boi Chau
Hoan Kiem Dist Hanoi
+84 4 3942 8162/63
KOTO
59, Van Mieu
Dong Da Dist., Hanoi
+84 4 3747 0337/8
MADAME HIEN
15, Chan Cam,
Hoan Kiem, Hanoi
+84 4 3938 1588
MARILYN (Fransız mahallesinde güzel manzaralı
kafe, ara vermek için ideal)
4 Au Treiu St.
Hoan Kiem Dist. Hanoi
+84 4 3938 1949
TAMARIND CAFE: (Güzel bir kahvaltı için)
80, Ma May Hanoi
+84 4 3926 0580