Meğer hayatımın %5’ini İngiltere’de
geçirmişim. Bunu az önce hesapladım... Bunun bir buçuk senesi öğrenci olarak,
gerisi de, en sonuncusu geçtiğimiz Kasım’da olmak üzere, düzenli aralıklarla
yaptığım iş ve arkadaş ziyaretlerinde geçti. Bütün bu zamanın önemli bir
kısmını Londra’da geçirdiğimi düşünürsek, elimde hem şehir kültürüne dair, hem
de öneri bazında hatırı sayılır bir birikim bulunuyor...
Güncel durumları kontrol edilmiş olarak, bütün
bu birikimi şimdi sizlerle paylaşma zamanı...
Ben gezerken her ülkenin ve şehrin kültürüne
mümkün olduğunca karışmaya inanıyorum, ancak Londra bu anlamda da çok farklı seçenekler
sunan bir şehir... İngilizler, kendi kültürlerine sıkıca bağlı olduklarından,
geleneksellik şehrin siyah taksilerinden, kırmızı otobüslerine;
tiyatrolarından, publarına kadar her yerinde hissediliyor. Londra aynı zamanda Global Dünya’nın tartışmasız
başkentlerinden biri olması ve farklı kültürlere de açık olması sebebiyle, her
kültürün de en iyi örnekleri kendinde topluyor. Buna bağlı olarak, burada
önereceğim bazı adresler farklı kültürlerden izler taşırken; bazı tavsiyelerim ise
derinlemesine İngiliz kültürünü yansıtıyor olacak.
LONDRA
SOKAKLARI KAZAN, SİZ KEPÇE
Londra çok yaygın bir metro ağına sahip olsa
da, tam bir yürüme şehri... Tavsiyem bir “Oyster card”* edinmeniz ve o günü
geçirmeyi planladığınız mahalleye metro ile ulaşıp, o bölgede yürümeniz...
Yürüdükçe keşfedeceğiniz küçük hazineler sunan bu şehirde ayaklarınızın
üzerinde olmaktan hiç bıkmayacaksınız; işte bu yüzden bavulunuza en rahat
ayakkabılarınızı koymayı unutmayın.
“Peki hangi mahallelerde yürümeli? ya da Hangi
mahallede neler görülmeli?” sorularına kapsamlı bir cevap olarak bir kaç bölüm
halinde yayınlayacağım bir şehir rehberi hazırladım. Bu rehber Londra’nın müze,
kafe, bar, restoran, mağaza ya da tiyatro, kulüp listelerini her bir mahalle için
ayrı ayrı inceliyor.
Öncelikle, Londra’nın kalbi Covent Garden ile
başlıyoruz. Hemen arkasından da SOHO gelecek... İyi okumalar...
*Oyster Card:
Londra’nın İstanbul kartı gibi tanımlanabilir; zira aynı mantıkta, içine para
yükleyip, her türlü toplu taşıma aracından faydalanabildiğiniz faydalı bir
kart. Bunun bir de Tourist Oyster tabir edilen, internetten alıp,
seyahatinizden önce evinize gönderttirebileceğiniz bir versiyonu mevcut...
COVENT GARDEN
Küçük
Bir Tarihçe
Covent Garden, 1600’lere kadar tarlalarla dolu
bir bölgeyken, o yıllarda Londra’da pek de görülmemiş İtalyan tarzı kemerlerle
bezeli bir meydanın oluşturulması ve birkaç çok şık malikanenin bu bölgede inşa
edilerek, bazı zengin ailelerin bu bölgeye taşınması ile hareketlenmiş. 1654’te
yine bu meydanda kurulmaya başlanan meyve sebze pazarı, aslında günümüzdeki
üzeri kapalı, dev Covent Garden (Apple) Market’in temelini oluşturmuş. Ancak
Covent Garden Market binası yapılıp, bu bölge dönüştürülene kadar geçen 200 senede
bu bölgede peşi sıra açılan pub, tiyatro ve genelevler; bölgenin 17 ve 18.
Yüzyıl Londra’sını anlatan dönem filmlerinde gördüğümüz tarzda, bir batakhaneye
dönüşmesine sebep olmuş. İşte bunun üzerine Parlemento’dan çıkarılan bir
kararla, bölgenin dönüştürülmesinin bir parçası olarak, 1830’da Charles
Fowler’ın neo-klasik tarzdaki meşhur Pazar binası yapılmaya başlanmış. Daha
sonra da ihtiyaca göre bu binaya Floral Market ve Jubilee market eklenmiş.
Market bir ara buradan taşınsa da, 1980’de yeniden açılmış ve bugün Londra’nın
en hareketli turistik atraksiyonlarından bir tanesi...
Günümüzde halen, hem Kraliyet Opera binası;
hem de bir çok önemli tiyatro burada yer aldığı için Covent Garden, hem (theatreland) tiyatrolar bölgesi’nin; hem de şehrin ana
merkezi ve tüm hareketinin kaynağı olarak tanımlanabilecek West-end bölgesinin
bir parçası...
A’DAN
Z’YE COVENT GARDEN DENEYİMİNİ ZENGİNLEŞTİRECEK ÖNERİLER
Covent
Garden Market ve Etrafındaki Sokak Gösterileri
Yukarıda uzun uzun tarihçesini anlattığım
Pazar, bu bölgenin çıkış noktası ve halen önemli bir parçasıdır. Pazarın içinde
ve etrafında, hava nasıl olursa olsun, her zaman yetenekli
müzisyenler ya da komedyenlerin etraflarında toplanan yüzlerce insan için gösteri yaptıklarını görürsünüz. Böylece, her gün, değişik milletlerden
yüzlerce seyirciye ulaşırlar... “Bu yetenekteki bir adam neden sokakta?” diye
düşündürürler sizi... Oysa bulunduğum noktadan baktığımda, Londra’da sokakta gösteri yapabilmek, bir sanatçı için, olsa olsa bir ayrıcalık olabilirmiş gibi görünüyor. Bu yolla, dünyanın her yerinden gelen, yüzlerce insana kendinizi göstermek, sanat severlerden ve hatta hiç ilgisi
olmayan insanlardan bile takdir toplamak mümkün. Ben olsam sadece prova yapmak
için bile çıkardım...
Londra’ya yazın gittiyseniz, kendinizi Pazarla, Covent
Garden metro çıkışı arasında yer alan James Street’te, sokak müzisyenleriyle
olduğunuz yerde hafif hafif salınırken bulabilirsiniz...
Londra'da, sokaklarda sanat yapan insanların üstün yetenekli oluşu ve çokluğu, bana ne kadar sanat dolu bir şehirde olduğumu hatırlatmıştır hep...
Kraliyet
Opera Evi
Londra’nın tiyatrolar bölgesinde bulunan 40
kadar tiyatronun yanı sıra, opera ve balelerin sergilendiği Kraliyet Operası
aynı zamanda Londra Balesinin de ana merkezi... Buradaki bir
gösteriyi izlemek için çok önceden planlayıp, bilet almanız gerekir.
Programa bakmak ve belki de bir bilet almak
için;
National
Gallery
1824’te açılan ve 13-20 yüzyıllar arasındaki
döneme ait, 2300’den fazla esere ev sahipliği yapan National Gallery, dünyadaki
sanat müzeleri içinde en çok ziyaret edilen dördüncü müze... Diğer bir önemli
bilgi ile National Gallery’e giriş, Londra’nın bir çok müzesinde olduğu gibi, bedava... Meşhur Trafalgar meydanında yer alan National Gallery'i kaçırmayın...
Buraya Kadar Gelip Bir Tiyatro İzlemeden Dönmeyin
Bir tiyatro izledikten sonra, bir yemek ile
devam eden bir gece geçirmek, yaşayabileceğiniz en tipik Londra deneyimlerinden
bir tanesi... Zaten geziniz boyunca, özellikle Leicester Square ve Covent
Garden’ın her köşesinde, şehirde oynayan tüm büyük prodüksiyonların biletlerini
satan acenteleri göreceksiniz. Eğer popüler olmayan ya da yıllardır oynayan bir
oyuna gidecekseniz, bu acentelerde ayak üstü, hiç de fena olmayan yerler
bulabilirsiniz. Ancak popüler bir oyuna gidecekseniz, bileti önceden
internetten almak en doğrusu olacaktır. Bilet alırken size önerilen yerin,
sahneye göre nerede olduğuna iyi bakın, sahneye uzak, ya da en tepede
balkondaki yerlere boşa para harcamayın, çünkü buralardan izleyeceğiniz her
oyun, karıncalar tarafından sahneleniyormuş gibi görünecektir. Müzikallerin
çoğu bildiğimiz hikayeler ve dil bilmiyor olmanın yarattığı bir zorluk yok,
hele de çocuğunuzla gittiyseniz, onu mutlaka klasiklerden bir tanesine
götürmenizi öneririm.
West-end’de bir tiyatro deneyimi yaşamak için,
güncel gösterilerin biletlerini buradan alabilirsiniz:
Covent
Garden’ın Alışveriş Hazineleri
Bana göre mahallenin en güzel sokakları; Neal
Street ve Seven Dials’a çıkan ve Covent Garden’ı, SOHO’ya bağlayan sokaklardır. Burada bir çok enteresan dükkan, geleneksel publar ve iyi restoranları bir
arada bulabilirsiniz. Bu sokakların dışında Leicester Square ile Covent
Garden’ı bağlayan ana sokaklarda, daha ana akım dükkanları; ara sokaklar ve
gizli avlularda ise çok daha özgün ürünler sunan dükkanlara rastlamak mümkün...
Biliyorsunuz artık her markayı her yerde bulabiliyoruz, en kötü ihtimalle
kafayı taktığımız bir şeyi internetten getirtebiliyoruz. Bu bağlamda,
Londra’nın genel olarak pahalı bir şehir olduğunu ve alışveriş ederken seçici
olmanın her zaman faydanıza olacağını hatırlatmak isterim . Aşağıda listesini
yayınladığım dükkanlar, bir şey almasanız da zihninizi, zevkinizi açacak; hatta
yaratıcılığınızı geliştirecek türden, her biri kendi konusunda öncü
dükkanlar...
Bu bölgede alışverişi bir deneyime çevirmek
için, konusunda en iyileri belli başlıklar altında toparlamaya çalıştım;
MODA:
·
Opening Ceremony: Moda trendlerine öncü olmak
istiyorsanız tavsiyem buraya bir göz atmanız.
·
Black out II: Vintage modasına öncü olan bir
mağaza, hatta vintage moda olmadan önce de oradaydı...
·
Urban Outfitters: Vintage ya da retro esintili
giysi ve her türlü aksesuarı bulabileceğiniz bir Amerikan zinciri ama sanırım
en güzel mağazalarından bir tanesi Neal Street’te...
·
Cath Kidston: Çiçekler, çizgiler, kirazlar ve
romantik renkleriyle tam bir İngiliz...
·
Orla Kiely: Bir başka renk ve desen ustası
marka; her ne kadar kendisi İrlandalı olsa da; adının Londra’yla özdeşleştiği
söylenebilir...
·
Natural Shoe Store: Oldukça enteresan
modellerde, son derece rahat ayakkabılar satan ilginç bir ayakkabı mağazası...
Bu mağazayla ilgili ilginç bir detay vereyim; birkaç kere içerde Selda Bağcan
çaldıklarına rastladım, meğer sahibi ilginç müziklere meraklı olduğundan her
gittiği yerden beğendiği müzikleri toplarmış...
KOZMETİK:
·
Neal’s Yard Remedies: Londra çıkışlı Neal’s
Yard Remedies markasına adını veren ve doğduğu yer olan avluya Neal’s
street’ten girebilirsiniz. Neal’s yard’da (avlu) oturup, sağlıklı bir şeyler
içebileceğiniz bir kafenin ve biri inanılmaz güzel bir peynirci olmak üzere, bir kaç hoş dükkanın yanı sıra; terapi odaları
bulunuyor. Randevu alarak, bu odalarda ayurvedik masajlardan, akapunktura
çeşitli terapileri uzmanlarına yaptırabilir ya da yan taraftaki mağazadan
alacağınız bakım ürünleri ile kendinizi şımartabilirsiniz. Bu avlu özellikle
yaz mevsiminde çok keyifli oluyor.
·
Crabtree & Evelyn: Birbirinden harika
kokuları ve ambalajları olan klasik banyo malzemeleri yapan İngiliz markası,
banyo keyfinize keyif katmak için... Her ikisi de Londra’dan çıkan, Lush ve
Body Shop artık tüm dünyada bulunabiliyor ama Crabtree dışarı çıkmamakta
kararlı gibi...
·
MAC Mega Store: Üç katlı dev MAC mağazası,
makyaj malzemeleri konusunda hayal gücünüzü zorlayabilecek bir mağaza...
·
Chanel Make-up Pop-up Store: Covent Garden
çarşısının içinde farklı konseptli, eğlenceli bir Chanel makyaj mağazası...
ÖZEL MERAKLARA YÖNELİK MAĞAZALAR:
·
Astrology Shop: Neal Street’in sonunda sağda, Astroloji
meraklılarına özel konsept mağaza, çocukluğumdan beri orada... Astroloji
merakınız olmasa bile burayı gezdikten sonra kendinizi kaptırabilirsiniz.
Ayrıca burada yıldız haritanızı da çıkarttırabilmeniz mümkün...
·
Mysteries: Mistik meselelere ilgi duyuyorsanız
ya da auranıza falan bir baktırmak isterseniz, aradığınız şeyi burada
bulabilirsiniz.
·
Stanfords: Gezginlerin cenneti, seyahat temalı
dev bir kitapçı, ya da belki gerçekten
“cennet”, bilemedim.
·
RELAX: Bütün gün yürüdünüz ve yoruldunuz,
yarım saatlik bir sandalye masajı yaptırıp, biraz enerji toplamaya ne dersiniz?
Yoldan geçerken müsaitse, üzerinizi çıkarmaya bile gerek olmadan
yaptırabileceğiniz bir masajdan daha dinlendirici ne olabilir? İşte tam
anlamıyla bir şehir Spa’sı Relax’la ilgili bilgileri bulabileceğiniz link;
Covent
Garden’ın En Karakterli Pubları
Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilirler,
pubları hep sevmişimdir. Rahat ve ruhu olan sosyal mekanlardır publar. Bir de
hep çok güzel isimleri vardır. İçki içmek zorunda da değilsiniz, çayla da olur.
İngiltere, İrlanda ve İskoçya üçgeni birbirinden karakterli publarla dolu, ama
gelin biz şimdi Covent Garden’ın en karakterlilerine bir göz atalım.
· Lamb & the Flag: Bu pub bana Londra
kurulmadan önce de oradaymış hissi vermiştir hep, oysa sadece 1772’den beri
oradaymış. Çok çılgın pub kavgalarına sahne olduğundan “bir kova kan” lakabını
kazandığı bir dönem olmuş, ve Charles Dickens zamanında bu pubun müdavimiymiş.
Daha fazla konuşmaya gerek yok sanıyorum, eğer bir tane pub görecekseniz bu
Lamb & the Flag olmalı... İlginizi çekerse burada önceden yer ayıtarak,
yemek yeme imkanı da var. http://lambandflagcoventgarden.co.uk
· Salisbury: Bir başka favori mekanım,
Salisbury’nın ana salonu oldukça ferah ama yine de iş çıkış saatlerinde çok
kalabalık oluyor. İçinde bir de şömineli oda olan Salisbury, spor
karşılaşmalarını yayınlamayan bir pub... http://www.taylor-walker.co.uk/pub/salisbury-covent-garden/c3111
·
Nag’s Head: Covent Garden metro durağı ile
Covent Garden market arasında yer alan, James Street’te yer alan bu anıtsal pub
günün neredeyse her saati kalabalık ama büyük barıyla oldukça ferah bir his
veriyor.
·
Porterhouse: Yüksek tavanlı ve asma katlarla
son derece ferah bir havası olan, Porterhouse esasen İrlandalı bir bira evi...
Biralarının çoğunu kendileri yapıyorlar.
·
Marquess of Anglesey: 1663’ten beri bu
adreste, ikinci dünya savaşında bombardıman sebebiyle yıkılmış, yeniden yapılsa
da binanın dışındaki şarapnel izleri halen görülebilir. Marquess geleneksel
pubların en iyilerinden bir tanesidir.
Covent
Garden Restoranlarından Seçmeler
Covent Garden’da sonsuz bir yemek seçeneği ile
karşı karşıya olduğunuzu unutmayın. Ben bildiklerim içinde, en özellikli ve
uygun sayılabilecek fiyatları olanlarını aşağıda derlemeye çalıştım. Hint
mutfağı denemek istiyorsanız, iki iyi Hint lokantasını da listede
görebilirsiniz.
·
Opera Tavern: Tiyatro sonrası için harika bir
alternatif olan bu ferah bar restoran; İtalyan ve İspanyol esintili, çok
lezzetli tapasları ve doyurucu ana yemekleri oldukça iyi bir fiyata servis
ediyor.
·
Dishoom: Şu aralar Londra’ya giden herkesin
hakkında konuşup durduğu, Bombay çıkışlı bir Hint lokantası... Maalesef burada henüz
yiyemedim, son gittiğimizde önünde uzun bir sıra ve sıranın başında oldukça
suratsız ve umutsuz bir görevli vardı. Ancak buraya giden herkes anlata anlata
bitiremediğine göre bir özelliği vardır diyerek size de öneriyorum. Ayrıca Time
Out da kahvaltısını şiddetle önermiş, fiyatları halen normal görünüyor. http://www.dishoom.com
·
Masala Zone: Zincir bir Hint lokantasına ait
olmasına rağmen, son derece iyi bir servis ve lezzetli bir mutfağa sahip... Bir
Hint geleneği olan “Tali”’yi burada denemenizi öneririm...
·
Clos Maggiore: Şık ya da romantik bir yemek
için Clos Maggiore doğru bir seçim olacaktır. Tiyatro öncesi ve sonrası menüleri
de hem kaliteye göre uygun fiyatlı, hem de Fransız mutfağının mükemmel ve zarif
lezzetleriyle dolu...
·
Belgo Centraal: Çok uzun zamandır aynı adreste
bulunan Belgo Centraal aslında midye-patates kızartması-biradan oluşan milli
Belçika menüsü üzerine kurulmuş bir konsepte sahip gibi görünse de; menüde
ördekten ıstakoza uzanan seçenekleri ve doyurucu porsiyonlarıyla Belgo, bir
Covent Garden klasiği... Belçika birası
menüsü ise akılları baştan alacak kadar zengin...
·
The Rules: 1798’de açılan Rules, Londra’nın en
eski restoranı ünvanını elinde bulunduruyor. Bu özelliği ile bir anıt değeri
taşıyan Rules av etinden, paylara ve geleneksel İngiliz tatlılarına çok tipik
bir İngiliz mutfağına sahip. Geçtiğimiz 200 yılda Rules’un masalarından bir çok
önemli şahsiyet geçtiği için, Rules hikayelerle dolu bir restoran.... Mesela
aşkı için tahttan vazgeçen İngiltere kralı Edward (kendisi günümüzdeki Kraliçe
Elizabeth’in amcasıdır) ve Amerikalı dul eşi Wallis Simson’un bir çok defalar
gizlice bu restoranda buluştukları bir çok kaynakta yazıyor. Hatta restorana
girmek için kullandıkları özel bir kapı olduğu da söyleniyor. Rules’un yukarıda
listelediğim restoranlara göre daha pahalı olduğunu da belirteyim.
Çok yakında SOHO rehberiyle yine karşınızda olacağım,
o zamana kadar sevgiyle kalın... İyi okumalar...