Çok uzun bir uçuş sonrasında bavulumuzu alakasız bir bandın üzerinde güç bela bulup, para bozdurmak üzere sıraya girmeden önce, turist ofis’e taksilerin yerini sorduk, kadın yandaki duvara yaslanmış bir adamı işaret ederek, “that man is a taxi” dedi, adama bizi burada bekle diye tembihledikten sonra uzun para bozdurma sırasındaki yerimizi aldık. Bir süre sonra sevimli, esmer, kavruk bir adam geldi ve bize eliyle “gel işareti” yaptı,” bu sıra çok uzun, yukarda hiç sıra yok” dedi; sonra da bizim sarışın ve iri yarı taksi şoförünü gösterip “ben onun kardeşiyim” dedi, bu fiziksel açıdan pek mümkün görünmese de inandık. Bu arada, adamın sözünü dinleyip, yukarıdan paramızı iki dakika içinde bozdurmuş ve dışarı çıkmıştık bile. Dışarı çıktığımızda önümüzde dört tekerleği olduğundan araba olduğunu çıkardığımız bir alet vardı. Evet bu taksimizdi ve aşağı yukarı bavulumuzla aynı boy olduğundan, buna asla binemeyeceğimizi düşünüyordum ama bavulu çok profesyonelce bagaja sığdırdılar. Az sonra, bu dört tekerlekli bir kısmı sarı; bir kısmı siyah; camları siyah filmli bir aletin içindeydik, kontak çevrilir çevrilmez müthiş bir gürültü ile birlikte bir “raggaton (Küba’da yeni populer olan Latin rap müziği gibi bir müzik)” başladı arabanın içinde… Bu müthiş gürültüye bir de camlardan gelen rüzgarın sesi karışınca hayatımızın en gürültülü yolculuğu bu oldu diyebilirim. Karanlık yollardan, virajları güç bela alırken bir yandan da öndeki iki adam bağırarak İspanyolca konuşmaya ve gülüşmeye devam ediyorlardı, içimizi rahatlatan tek unsur ise önde çalışan bir taksimetre olmasıydı. Yarım saatlik bir yolculuk sonrasında Havana’ya vardık. Meşhur Malecon’a dalgalar vuruyordu, buna rağmen insanlar duvarların üzerinde oturup, şanslarını deniyorlardı sanki…
Aylar önce internetten ayarladığımız, hakkında bir sürü güzel şey okuduğumuz ve hatta parasını ödemiş olduğumuz otelimiz San Miguel’e kavuşmuştuk sonunda… Bu güzel koloniyal binadan içeri girerken ister istemez bir gülümseme yayılmıştı yüzümüze…
Ta ki, bizi sonsuz ve güzel bir gülümseme ile karşılayan Michael, bize odamızı su bastığı için bu gece burada kalamayacağımızı söyleyene kadar... Bize çok güzel başka bir otelde yanlızca bu gece için bir oda ayırttıklarını ve gidiş – geliş taksimizi de ödeyeceklerini belirtti... Bu diğer otel en azından Havana’da olmalıydı değil mi? Bu soruya aldığımız cevap ise, “Havana da değil, ama çok yakın... sadece 15 dakika uzakta” oldu...
Önce yorgunluğumuzun da verdiği hassaslıkla agresif İstanbul tepkileri verdiysek de; sonunda tatilde olduğumuzu ve ne olursa olsun hiçbir şeyin keyfimizi kolay kolay bozmasına izin vermememiz gerektiğini hatırladık ve bir dakika içinde otelin barında buz gibi Küba biralarımızı içip, gülüşmeye başlamıştık bile…
Bu geceki otelimiz Miramar’da Chateu Hotel… İsmi sizi aldatmasın… Her ne kadar adı Havana civarındaki en lüks oteller içinde geçiyor olsa da, burası 1980 öncesi bir Turban oteli havasında son derece “kitch”… Öyle ki lobisinde içinde plastik kuğuların ve kurbağaların yüzmekte olduğu bir süs havuzu bulunuyor… Sonunda odamıza çıktık, ama o da ne? Kartı yuvaya soktuğumuzda odanın ışıkları yanmıyor. Bizi yukarı çıkaran ve nefis bir gülümseyişi olan bell-boy, yardım getirmek için aşağı indi ve 2 dakika içinde geri geldi, odaya girip ampulleri çevirmeye başladığında ışıklar teker teker yanmaya başladı… Hemen duş yapıp, yattık… Öyle yorgunduk ki, artık hiçbir şeyin öneminin kalmadığı bir noktadaydık…
HAVANA
Erkenden uyandık, Küba kahvaltısı tabir edilen, kötü tropik meyveler, kahve ve omletten oluşan kahvaltımızı ettik, derhal bizi almaya gelen taksiye binip, asıl otelimiz San Miguel’e geldik ve odamıza yerleştik.
San Miguel, meşhur Habaguanex otellerinden bir tanesi… Habaguanex otel ve restaurantları tüm eski Havana’daki en güzel koloniyal binaların aslına uygun şekilde restore edilip, butik oteller ve hoş restaurantlara dönüştürülmesini gerçekleştiren, tabiî ki devlete ait bir şirket… Güzel tarafı projenin başında tarihçilerden oluşan bir kurulun olması ve binaları son derece profesyonel bir şekilde restore ediyor olmaları; olumsuz tarafı ise bu otel ve restaurantlarda bugünkü Küba gerçeklerinden çok uzak bir hayatın yaşanıyor olması…
Kathedral meydanına girmeden hemen önce yolumuzu kesen faytoncu Joseph bizi ikna etmeye çalışıyor, hatta indirim bile yapıyor, ama daha keşfe yeni başladık, fayton turu için çok erken... Sonuçta neşeli bir sohbet kazanmış oluyoruz. Oradan ayrılırken Joseph bize “Havana çok güvenlidir” diyor; “Havana’da 2 milyon insan yaşar. 1 milyonu insan; 1 milyonu polis, çok güvenli...”
Bu ilginç ve sevimli sohbet sonrasında tam göbeğinden eski şehre (Habana Vieja’ya) dalıyoruz. Kathedral meydanına girdiğimizde yeni restore edilmiş bir binanın, sapsarı duvarının önünde oturan, kafasında çiçekleri olan, rengarenk giyinmiş ve puro içiyormuş gibi yapan teyze karşılıyor bizi. Resmini çekmek isterseniz kendisine para veriyorsunuz, bir süre baktıktan sonra farkediyorum ki , Küba’ya giden birçok kişinin fotoğrafları arasında bu tatlı siyahi teyzenin resmi var... Yani aslında kendisini tanır gibiyiz bir anlamda...
Sabah kahvemizi Kathedral meydanındaki meşhur restaurant El Patio’nun meydanın tam ortasında bulunan masalarında içiyoruz. Bu arada da etraftaki turistleri avlayan geleneksel kıyafetli birkaç kadını ve az önce bizden 10 günlük geçimini elde etmiş olan şapkalı amcayı gözlemleme fırsatı buluyoruz. Meydana giriş noktasında sakin bir şekilde bekleyip, bizim gibi acemi turistlerin koluna giriyor ve tatlı dilleriyle onları ikna ediveriyorlar. Tam da bu sırada karşımızda durmakta olan bir karikatüristin Okan’a odaklandığını farkediyoruz, Okan her ne kadar göz temasından kaçınıyorsa da iş işten geçiyor ve karikatürist 2 dakika içinde oldukça başarılı bir karikatürü masamıza bırakıveriyor. “Ne kadar?” diye sorduğumuzda da “siz ne kadar vermek isterseniz?” diyor. Verdiğimiz 1 CUC karşısında benim de bir karikatürümü çiziyor ve teşekkür ederek uzaklaşıyor. (Para kavramı ile ilgili eğitimimiz tüm hızıyla sürmekte :)
Havana Vieja’daki turumuza Plaza de Armas ile devam ediyoruz. Burası açık hava kitap pazarının kurulduğu ve birçok eski kitabın yanısıra Fidel, Che ve devrim hakkında birçok kitabın da bulunabileceği; ortasından yemyeşil mini bir park geçen; denize oldukça yakın bir meydan... Tatlı turist avcılarından burada da bol miktarda mevcut...
Buradan sonra Havana’nın en önemli sokaklarından birinde, Obispo’da kalabalığa karışıyoruz. Bu sokak kurulduğu günden bu yana Havana’nın en canlı sokaklarından bir tanesi olmuş. Devrim öncesinde burası en lüks butiklerle, dünyanın dört bir tarafından gelen en kaliteli malların satıldığı dükkanlarla dolup taşarken; bugün burada herhangi bir lüksten bahsedemiyoruz. Yine de kalabalık ve hareketli oluşu sebebiyle şehrin kalbinin bu sokakta atmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bugün burada kafeler, banka, meşhur dondurmacı, Hotel Florida, CD ve hediyelik eşya dükkanları var. Sokağın ortalarında bulunan Hotel Florida da yine Habaguanex’in aslına uygun olarak restore ettiği nefis bir butik otel olarak, tipik koloniyal tarzda ve ağaçlık olan avlusuyla sokaktan geçenlerin hipnotize olmuş bakışlarına hedef oluyor. Aynı zamanda bu sokak Habana Vieja’yı (şu anda gezmekte olduğumuz eski şehir); Centro Habana’ya (şehir merkezine) bağlayan sokak olma özellğine de sahip...
Obispo’yu kesen yeni restore edilmiş şık binaları, minik turistik butikleri ve küçük tatlı bir parkı bulunan Mercaderes caddesinde keyifli bir yürüyüş sonrasında, şehrin üçüncü önemli meydanı olan Plaza Vieja’ya çıkıyoruz. Tam da karnımız zil çalarken karşımızda gördüğümüz manzara bizi kendine doğru çekiyor. Bu güzeller güzeli meydanda bulunan ve Avusturyalı bir çiftin işlettiği, kendi birasını kendisi üreten “Taberna de la Muralla” bana göre Havana’nın en lezzetli mutfaklarından bir tanesine sahip... Öyle çok sofistike bir mutfak da değil, ferforje bir askılığa asılı servis edilen nefis Istakoz ve Karides karışımı şişler “brochettas T la Muralla” ve ev yapımı bira buranın en meşhur ve de nefis menüsü... Tüm şişler ve ızgara etler, restaurantın önüne kurulmuş olan dev barbeküde pişiriliyor. Biralar gerçekten çok nefis... Barbeküde pişen etlerin dumanına karışan mükemmel Küba melodileri de cabası... Siz öğle yemeğinizi yerken orkestra durup dinlenmeksizin çalıyor... Bu arada Küba’da sürekli deniz ürünü yemekten sıkıldığınızda (ki bu er ya da geç oluyor) yine Taberna de la Muralla’nın lezzetli hamburgeri ilaç gibi geliyor... (Hamburger + fıçı bira 3,50 CUC)
Dans ekibi uzaklaştıktan sonra, Plaza Vieja’nın hemen köşesinde bulunan, pek çok turistin görmeden geçtiği, ama şehri 360 derece görüp anlamak adına müthiş bir buluş olan “Camara Oscura’yı” görmeye gidiyoruz. Burada sizi karanlık bir odaya alıyorlar, bu yüksek binadaki çeşitli noktalara yerleştirilen aynalar yardımıyla Havana’nın canlı görüntülerini 360 derece bu karanlık odadaki bir düzleme yansıtıyorlar. Mesela siz aşağıdaki meydanda sevgilinizle romantik anlar yaşarken bu odadaki turistler sizi görüp, hakkınızda espriler yapabiliyorlar. Ayrıca gösteriyi yapan Kübalı rehber de hem çok yetenekli, hem de son derece esprili...
Havana’da onlarca müze içinden herkesin ilgisini çekecek en az birkaç müze bulunur. Bizim bugünkü durağımız Rom Müzesi oluyor. Havana Club sponsorluğunda kurulmuş bu müzede son derece profesyonel rehberimiz eşliğinde romun nasıl yapıldığını, çeşitlerini, hangisinin en iyisi olduğunu yaklaşık 20 dakikalık bir turda öğreniyoruz. Turun sonunda ise ikram edilen nefis 7 yıllık romlarımızı yudumluyoruz.
HAVANA’DA HEMINGWAY’İN İZLERİ
Duvarda Hemingway’den kalan pek çok hatıranın yanısıra, ustanın kendi el yazısı ile yazılmış “My Mojito in La Bodeguita; my Daiquiri in El Floridita” yazısını görebilirsiniz. Ernest Hemingway hayatının önemli bir kısmını Küba’da geçirmiş, hatta 1954 yılında kazandığı Nobel ödülü de bugün hala adanın doğu ucundaki Santiago de Cuba’da bir kilisede bulunuyor. Büyük usta ya da Kübalıların onu tanıdığı ismiyle “Papa”, 1932-1939 arasında Havana’nın meşhur pembe oteli Hotel Ambos Mundos’un 511 numaralı odasına yerleşmiş. “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” ve “Silahlara Veda”yı bu odada yazmış. Daha sonra Havana’nın dışında bir çiftlik evi satın alarak buraya yerleşmiş ve 1961’e kadar Küba’da kalmış. Küba’dan döndükten kısa bir süre sonra da av tüfeğiyle kendisini vurarak hayata veda etmiş.
Hemingway’in diğer önemli barı El Floridita ise daha elegan, Kübalıların kapısından girmesinin söz konusu olmadığı bir başka dünyada yer alıyor. Obispo’nun Centro Habana’ya doğru açılan ucunda yer alan El Floridita’da Daiquiriler gerçekten çok lezzetli ve oldukça da kuvvetli... Efsaneye göre “Papa” buradaki rekoru 13 duble Daiquiri’ymiş. Bugün bu rekoru kırmayı başarabilirseniz, bir duble de El Floridita’dan size hediye ediliyor. Denemeyi düşünmüyoruz bile, çünkü birer kadeh bile barın ucunda oturmakta olan bronz Hemingway’le samimileşmemize yetiyor.
KÜBA’DA AKŞAM YEMEĞİ İÇİN SEÇENEKLER
Küba’nın turizme açılmasıyla devlet maximum 12 kişi ağırlanacak şekilde Kübalıların evlerinde, turistlere para karşılığında yemek servisi vermesine izin vermeye başlamış, bu ev restaurantlara da paladar denilmekte… Bu kanunla birlikte bir çok Kübalı evlerini paladar olarak hizmete açmış, tabii ki yalnızca 12 kişiye hizmet veren paladar çok az, genellikle ilk avluda 12 sandalye içerde ya da farklı bir avluda daha fazla sandalye oluyor.
Havana’da uluslararası standartlarda iyi mutfağı olan birkaç paladar var, ancak ülke çapında geziyorsanız gideceğiniz diğer paladarlar size Küba ev yemekleri sunacaklardır ve en güzel Küba yemekleri kesinlikle evlerde yapılanlardır. Ülkenin her yerinde en çok rastlayacağınız yiyecek de ıstakoz olacaktır, ülkemizde bir servet değerinde olan ıstakozlar, Küba’da tavuk fiyatına satılıyor ve zaman zaman bir porsiyonda iki tane olarak bile servis ediliyor.
Havana’ya dönersek, mükemmel bir yemek deneyimi için La Coccina de Liliam doğru adres olacaktır. Burası elçiliklerin bulunduğu Miramar’da bahçeli nefis bir villada yer alan bir paladar. Kocaman bahçesine girdiğinizde içerideki diplomat kalabalığını fark etmemeniz olanaksız. Nefis yemekleriyle de gönlünüzü kazanmaması mümkün değil.
DEVRİM MÜZESİ
Küba’nın tarihini, hikayesini ve ruhunu kavramak için yapılacak en doğru hareketlerden biri de Museo de Revolucion’u (devrim müzesini) gezmek olacaktır. Şehir merkezinde yer alan devrim müzesi her ne kadar propaganda ile dolu olsa da Küba’da sosyalizmin neden ve nasıl oluştuğunu kronolojik sıralamayla çok açık ve herkesin anlayabileceği şekilde aktarıyor. Müzeyi kronolojik olarak gezebilmek için en yukardan aşağıya doğru inmek gerekiyor. Batista döneminin zulmü, Fidel Castro, Che ve Kübalılar tarafından çok fazla sevilen ancak Küba dışında çok bilinmeyen Camillo Cienfuegos’un yönettiği harekatlar; Fidel ve Raul Castro’nun tutuklanmaları ve sürgün düşmeleri hakkında gazete haberleri, belgeler, özel eşyalar sergilenmekte ve tüm bunları görmek gerçekten de son derece etkileyici…
SON SÖZ
Rusya’nın çöküşü ile çok karanlık bir dönem geçiren Küba 1994’da ekonomik kalkınmayı sağlayabilmek için ülkeyi turizme açmaya karar vermiş ve çifte standartlı bir ekonomik sisteme geçmiş. Ülkede Küba’lılar peso harcamaya devam ederken; turistler pesonun 25 katı değerinde ve Amerikan dolarına birebir denk olan ve CUC ismi verilen bir başka para birimi kullanmak durumundalar. Bu sistem ülke ekonomisini karanlık dönemden çıkarmış çıkarmasına ama Kübalılar arasında da ciddi eşitsizlikler baş göstermeye başlamış; yeni sosyal sınıflar çok belirgin şekilde göze çarpmakta; turizmle ilgilenen herkes bir şekilde daha fazla para kazanmanın yolunu bulmuş, turizmle ilgisi olmayanlar ise hayatlarına eski standartlarında devam etmişler. Gidişat o ki; ülkenin bir numaralı umudu olan turizm, ülkedeki rejimin çöküşünün temellerini hazırlamakta…
Küba’da tanıştığımız herkes son derece neşeli ve kocaman bir gülümseyişe sahip,olağanüstü bir ortak kültürleri var; müzik ve dans… Bunu görebilmek için sokağa çıkmanız yeterli, müzik ve dans her yerde; yaşamın tam ortasında yer alıyor. Kübalılarla biraz sohbet ettiğinizde herkesin umutla ülkenin dünyaya açılacağı o günleri beklediğini görüyorsunuz.
O gün geldiğinde bundan daha iyi bir durumda olup-olmayacaklarını henüz bilmiyorlar ama bunu yaşamadan görmeleri mümkün değil… Umarım o gün geldiğinde kültürlerini ve kocaman gülümseyişlerini feda etmek zorunda kalmazlar…
Tel: (537) 862 7656
Tel: (537) 862 4127
FAYDALI ADRESLER:
OTELLER
Otel için tek adres;
Aslına uygun restore edilmiş, koloniyal tarzda butik otellerden en beğendiğinizi seçin... İçlerinden en kalıp da beğendiklerimi de aşağıda görebilirsiniz.
Bütün bu otellerin barları keyifli; hepsinde legal puro satışı var; hatta istediğiniz "limited edition" çeşitleri de istek üzerine bulabiliyorlar.
HOTEL SAN MIGUEL
Calle Cuba No 2, esquina Peña Pobre, La Habana Vieja
Tel: (537) 862 7656
PALACIO O'FARILL
Calle Cuba 102-108 entre Chacón y
Tejadillo, Habana Vieja, Cuba.
Tel: (537) 860 5080
HOTEL FLORIDA*
Calle Obispo esq. a Cuba. Ciudad de La Habana
Tel: (537) 862 4127
*Florida'da kalmadım ama görünce aklım kaldı...
KAFE/RESTORAN
Havana hızlı bir değişime girdiği için, her geçen gün yeni ve iddialı bir paladar açılıyor. Bu sebeple size en iyileri, en son değerlendirmelere bakarak derledim.
SAN CRISTOBAL PALADAR
San Rafael No 469, E/ Lealtad y Campanario, Havana, Cuba
+537 860-1705
PALADAR LOS MERCADARES
Calle Mercaderes #207 e/ Lamparilla y Amargura, Havana
+537 8612437
DONA EUTIMIA
Callejon del Chorro # 60-C | Plaza de la Catedral, Habana Vieja, Havana
+537 8611332
LA COCCINA DE LILIAM
Calle 48 No. 1311 Entre 13 y 15. Miramar, Playa., Havana
+537 209-6514
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder