Ganj'da sabah duası |
VARANASİ’DE GÜNE UYANMAK
Sabah 5.30 gibi uyanıp, hızlıca
hazırlanıyoruz. Çok geçmeden, yine aynı kaotik caddeden, dün akşam Aarti’nin
yapıldığı Dashashwamedh ghatına doğru, bu kez alaca karanlıkta yürüyoruz.
Sokakta yaşayan onlarca insan güne uyanıyor, üstlerini sokakta değiştirip,
dualarını sokakta yapıyorlar... Ghata vardığımızda, güneş hafifçe kendini
göstermiş, şehri ateş rengine boyamış bile... Süslü bir ineği geçip, bir sokak
berberi tarafından tıraş edilmekte olan bir “hacı”yı izliyorum; saçlarını
jiletle kazıttırıyor. Köşede meditasyon yapan bir sadhu görüyorum, çaktırmadan
fotoğrafını çekmeye çalışırken bana kızıyor, hemen kaçıyorum oradan... Yine
yüzlerce insan sabah duası için ghatı doldurmuş durumda... Deepak’ı buluyoruz, sandalını temizlemiş,
minderleri değiştirmiş, kendisi de pırıl pırıl giyinmiş, bizi bekliyor... Gün
doğarken, sandala binip, ibadet edenlerin arasından sıyrılıp, ghattan
ayrılıyoruz...
Ganj'a girmeden önce saçlarını kazıttıran bir hacı |
Güneş şehrin üzerine doğmakta; güneş
yükseldikçe Varanasi bambaşka renklere bürünüyor. İnsanlar konsantrasyonlarının
doruğunda kendilerini “anneleri” olarak kabul ettikleri; Ganj’ın kollarına
bırakıyorlar... İnanılmaz olan şu ki; üzerindeki aktiviteye baktığımda, Ganj
sularının çok pis olacağını tahmin ediyorum ama bu insanlar Ganj’ın sularını
içiyorlar. Belki de Ganj’ın suları söylenildiği ve bir çok araştırmaya konu
olduğu üzere; özel bir manyetik alana ve özel bir kimyasal yapıya sahip, diye
düşünmekten kendimi alamıyorum. Gördüğüm manzara dün akşamdan daha etkileyici
aslında, çünkü sabah duasının “nizami” bir töreni yok. Nehir boyunca yüzlerce
insan gelip, kendi kendilerine özgürce dua ediyorlar. Şehrin bütün pisliği ve kaosu
bir tarafa; insanların gözlerinde gördüğüm inanç; bu ışık ve kalabalıkla
birleşince izleyende bile inanılmaz bir duygu yaratıyor...
Ganj'da sabah duası |
Kıyı boyunca giderek, bir süre dua eden
insanları yakından izledikten sonra, şehirden uzaklaşıp, karşı kıyıya doğru
kürek çekiyoruz. Böylece bütün o duaları, çanları, kendini suya bırakma
seslerini bir bütün olarak uzaktan duymaya başlıyoruz. Şehrin renkleri, güneşin
yükselmekte olduğu her dakika biraz daha göz alıcı hale geliyor. Bu arada,
insanlar da sandallara doluşmuş, tamamen bomboş ve uçsuz bucaksız bir araziden
ibaret olan, karşı kıyıya gidiyor.
Gün doğarken Varanasi'nin renkleri |
Şehrin parlak renkleri, yeniden bizi kendine
çekiyor sanki... Kıyıya biraz yaklaşıp, bu kez Kuzey’e doğru kürek çekiyoruz. Nehre
doğru kaymış bir tapınağı geçtikten sonra,
göğe yükselen odunlarıyla, hemen kendini belli eden Mankarnika ghatı
çıkıyor karşımıza... Burası Varanasi’deki en önemli ölü yakma ghatı olarak
biliniyor... Kıyıda yanmakta olan birileri var, etrafa dağılan küller, her
tarafı griye boyamış durumda...
KARMA-DHARMA; SAMSARA; REENKARNASYONA DAİR
Ortalama günde 80 kişi bu ghatta yakılıyor. Eğer
bir Hindu, burada yakılacak kadar şanslıysa, “samsara” adı verilen, yaşam-ölüm
döngüsünden kurtularak, cennete gideceği varsayılıyor. Bilindiği üzere;
Hindular reenkarnasyona inanıyorlar ve buna göre bir ruh belli bir bilince
erişene kadar defalarca başka vücutlarda ve formlarda yeryüzüne gelmeye devam
ediyor... Bir sonraki hayatının daha iyi bir hayat olması ise; “karma” ve
“dharma”ya bağlı... Karma; kişinin kendi özgür iradesiyle önceki hayatlarında
yaptığı iyi ve kötü aksiyonlar; “dharma” ise dünyadaki sistemlerce kabul
edilmiş kanun ve kurallar ve kişinin bu kurallara uygun bir hayat yaşayıp
yaşamadığı... Kötü karma, bir sonraki hayatta, kişinin bir hayvan olarak
gelmesine de sebep olabiliyor; ancak kişinin kendisini yaşam-ölüm döngüsünden
kurtarıp, özgürleştirebilmesi için mutlaka insan olarak gelmiş olması
gerekiyor. Söz konusu, öz-bilince erişen bir ruh döngüden kurtulup, özgür
oluyor; çünkü aslen bir imtihan özelliği taşıyan yaşam-ölüm döngüsü, ancak ruh “öz-bilinç”e
eriştiği zaman son bulabiliyor...
Varanasi’de ölmek de bir Hindu için
“mokşa”nın, yani yaşam-ölüm döngüsünden özgürleşmenin bir yolu... Bu sebeple
birçok Hindu, belli bir yaştan sonra her şeylerini terk edip; aydınlanmak için
meditasyon yapmaya ve ölümü beklemeye buraya geliyor; işte bu yüzden
Varanasi’de sokaklarda yaşayan bir çok yaşlı insan görmek mümkün...
ANTİK MAHALLE’DE BİR SABAH VE VİSHNUWATH
TAPINAĞI
Mankarnika ghatının arkasından bir manzara |
Mankarnika ghatını geçer geçmez, sandalımız
kıyıya yanaşıyor ve iniyoruz... Bu Orta Çağ’dan kalma tuhaf yerde yürümeye
başladığımda ilk gördüğüm şey, karşıdan gelen yarı çıplak bir keşiş oluyor.
Yürümeye devam ettiğimde, önündeki büyük bir öbek inek dışkısına aldırmaksızın,
tertemiz beyaz kıyafetleri içinde oturmuş, gazete okuyan entelektüel görünüşlü
adamı görüyorum. O sırada ölü yakma ghatının hizasına geldiğimizi, üzerime
yağan küllerden anlayabiliyorum... Boynumdaki fuları çıkarıp kafamı örtüyorum...
Annem “Ne yağıyor? Toz mu?” diye soruyor... Eskiden morgun önünden geçtiğimde,
iki gün uyuyamayan ben, üzerime küller yağarken; durumu kabullenmiş, hayretler
içinde kutsal Varanasi sokaklarında yürüyorum.
Varanasi sokaklarından sabah manzaraları |
Meşhur Vishnuwath tapınağının (Altın Tapınak)
önüne geliyoruz. Oradaki bir çay dükkanına gidip, elimizdeki tüm eşyaları
emanet ediyoruz. Dükkandan bize eşlik etmesi için bir çocuk veriyorlar yanımıza...
Eşyalarımızdan kurtulmuş ve tamamen hafiflemiş olarak, tapınağa doğru kendisini
takip ediyoruz; hızlıca güvenlikten geçip, tapınağın etrafındaki mahallenin
tütsü ve gül kokulu sokaklarında yürümeye başlıyoruz. Çok sıkı bir güvenlikle
korunan bu tapınak, Hindular için dünyadaki en kutsal tapınaklardan biri...
Bulunduğu minik mahalleye çok sıkı bir aramadan geçerek herkes girebiliyor;
ancak tapınağın içine Hindu olmayanlar giremiyor... İçine giremesek de,
etrafındaki labirent sokaklardan yürüyüp, içeriye bakıyoruz. Burayla ilgili en
çarpıcı olan Varanasi sokaklarındaki pislikten nispeten arınmış olması; dışarıdaki
yanık çöp ve idrar kokusu, yerini bu antik labirentte güllü tütsü kokusuna
bırakmış... Diğeri de tapınağın masif altın kubbesi...
Az sonra yeniden küçük çay dükkanındayız, bize
dün gördüğüm kullan-at toprak kaplarda masala chai ikram ediyorlar. İçine
koydukları baharat karışımı kendi yaptıkları özel bir formülmüş, çay bugüne
kadar içtiklerimizin en iyisi... Hiç beklemediğimiz halde, lezzetli bir şeyle
karşılaştığımız için rahatlamış, dükkanda satılan incik-boncuk, parfüm ve baharatları
karıştırmaya başlıyoruz. O sırada babam “aa fare” diye dükkan sahibine,
koltukların arasında gezmekte olan minik fındık faresini gösteriyor. Dükkan
sahibi sadece gülümsüyor ve “yes” demekle yetiniyor. Böylece minik farenin
dükkanın sakinlerinden biri olduğunu anlıyoruz...
VARANASİ TAPINAKLARI
Sabahın ikinci yarısında, Ganj kenarından
biraz uzaklaşıp, şehrin içlerine doğru gidiyoruz. Önce dünyanın en büyük Hindu
üniversitesinin kampüsünü geziyoruz; nehir kenarındaki kaostan burada iz yok;
yemyeşil ve ferah bir kampüs; dev kriket sahasında kriket oynayan gençler
görüyoruz. Rehberimiz iç geçirerek sahaya bakıyor, sorumuz üzerine “Zamanında
okul kriket takımının kaptanıydım” diyor...
Bu güzel kampüs gezisinden sonra birkaç
tapınak geziyoruz; bir tanesinde duvarda Hindistan cevizi patlatıp, parçalarını
çiçeklerle süsleyerek tapınağa bağışlama adeti var... İçeride evlenmek üzere
olan bir çiftin ailelerinin tanışmasına şahit oluyoruz. Hindistan’da henüz
evlilik gerçekleşmeden önce aileler konuşmak için tapınakları tercih ediyorlar,
zira eğer birbirlerinin evine giderlerse, acımasızca işleyen “dedikodu”
mekanizması Hindu toplumunda kişiler ve aileler için oldukça zararlı
olabiliyor. Eğer bu tanışma bir ilkse, en küçük aile üyesinin ilk saç kesimi de
tapınakta yapılıyor.
Buradan sonraki durağımız Mother of India
tapınağı; tüm dinlerden bağımsız, Hindistan’da yaşayan ve onun için can vermiş
her inançtan insanlara adanmış, “ince düşünce” örneği farklı bir tapınak olarak
tanımlanabilir...
Tapınağa girerken, kapıda karanlık ifadeli bir
adam, iki maymuna bir çeşit tiyatro yaptırıyor. Önce ilgimizi çeken bu sahne,
yaklaştıkça hayvan eziyetinin çirkin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Özellikle sopa yedikçe, delirmişçesine dans eden zavallı maymunun durumu içler acısı...
Durması için yalvararak oradan hızla uzaklaşıyoruz...
Tapınağın içinde yer boyunca mermerden
oyulmuş, dev bir kabartma Hindistan haritası görüyoruz... Bölgenin tüm yer
şekillerini detaylı bir şekilde görebileceğiniz bu harita; hangi dine mensup olduklarını
gözetmeksizin Hindistan’ın tüm insanlarına adanmış...
HİNDİSTAN’A GELİP DE ASTROLOG GÖRMEDEN GİTMEK
OLMAZDI
Öğleden sonra kendimize bir moto-rikşa tutup,
Varanasi’yi biraz da gönlümüzce dolaşmak istiyoruz. Bu kez bütün o kaosun,
egzoz, çöp ve dumanın içine, kendi başımıza, araba içinde olmanın koruması
olmadan dalıyoruz... Şu kadarını söyleyebilirim; Varanasi’de ilk şoku
atlattıktan sonra rikşa ile gezmek çok daha canlı bir deneyim yaratıyor. Rikşa
ile “turist izoleliği”nden kurtulup, şehrin gerçeğinin içine dalıyorsunuz
çünkü... Tabii bu da bir tercih meselesi, ama ilk günden sonra hala Varanasi’de
kalabilmişseniz, buraya alışmışsınız demektir.
Daha önceden yaptığımız astrolog randevusu
için bize verilen adrese geliyoruz. Brahman sınıfından bir yogi ve astrolog
olan Dr. Mishra bizi karşılıyor. Ofisine geçiyoruz; doğum tarihim, saatim ve
tam adımı soruyor; sonra parmağıyla sayarak bazı gezegen isimleri yazmaya ve
çizmeye başlıyor. Aynı anda bir karakter analiziyle söze giriyor, karakter
analizi, çarpıcı doğrular içerdiğinden hepimiz ilk andan itibaren
etkileniyoruz. Anlattıklarını bir yandan da önündeki kağıda yazıyor; geçmişte
olan olaylar, sağlık durumu ve gelecekte neler olacağı bu yarım saatlik
etkileyici yıldız falının genel içeriğini oluşturuyor. Sağlıkla ilgili
konuşurken, özellikle avuç içi ve parmaklara bakıyor,... En sonunda da bazı
tavsiyeler vererek bitiriyor...
Orada geçirdiğimiz 2 saate yakın süre boyunca
bir sürü şey öğreniyoruz; genel sağlıktan tutun da; reenkarnasyona; beslenmeye kadar
bir sürü konu hakkında onlarca şeyden konuşuyoruz.
Sonunda astroloğumuz “Benim görevim insanlara
yardım etmek” diyor... “Çok doğru bir zamanda Şiva’nın evine gelmişsiniz ve bu
seyahatten evinize bambaşka bir bilinçle döneceksiniz” diyor... Her seyahatten bambaşka bir bilinçle dönen
ben, Dr. Mishra’nın söylemeye çalıştığı şeyin anlamını her hücremde
hissedebiliyorum.
BABA BLACK SHEEP
Az sonra yeniden rikşamız ile Varanasi’nin
kaosu içinde gidiyoruz. Soluduğum kirli hava sebebiyle acıyan boğazım, bana
“Hindistan’a giderken yanına pastil al” diyen dostlarımı hatırlatıyor. Zira
neden pastil almam gerektiğini anlayamadığım için almamıştım...
İstikametimiz Varanasi’nin, ve hatta belki de
Hindistan’ın en özel pashmina satıcılarından bir tanesi “Baba Black Sheep”...
Baba Black Sheep, dışarıdaki kaos hiç
yokmuşçasına işinin tadını çıkaran bir adam... Kapıdan girdiğimizde sükûnet içinde
oturmakta, bizi güler yüzle karşılayıp, buyur ediyor. Bir süre öylece oturup,
birbirimize bakıyoruz.
Önümüze koyduğu bir tomar fuları gösterip,
ekliyor; “Sizce bunlardan hangisi pashmina?”. Annem ve ben bir tanesini; babam
başka bir tanesini seçiyor. Babamın seçtiği de dahil birkaç tanesini kenara
ayırıp, her birinden birer iplik çekiyor ve eline aldığı bir çakmakla birer
birer iplikleri yakıyor. Sonuç olarak, polyester olan iplik yapışıyor;
ipek-polyester karışık olan hem yanık kıl kokusu bırakıyor, hem de yapışıyor;
gerçek ipek ve kaşmir karışık olan pashmina ise derin bir yanık kıl kokusu
bırakıp, kül olup, hemencecik dağılıveriyor.
Bu gösteri sonrası gerçek pashmina alternatiflerini
çıkarmaya başlıyor, her beğendiğimiz pashminadan da bir iplik çekip, yakmayı da
ihmal etmiyor.
Bu arada gözünü boynumdaki gri fulara dikiyor
ve önce bir iplik çekip yakmaya niyetlendiyse de ben izin vermeyince; ipek
polyester karışık olduğunu söylüyor ve ekliyor “Ne aldığınızı bilmelisiniz”.
Sonuçta Hindistan’daki en keyifli
alışverişlerimizden bir tanesini bu efsanevi dükkandan yapıyoruz. Fiyatları
olması gerektiği gibi ve Baba asla pazarlık yapmıyor. “Şöhret kolay elde edilen
bir şey değil” diyor biz çıkarken; “İlkeli olmak lazım”...
MASADAKİ SİNEK;TUVALETTEKİ İNEK!?
İnek (Temsili) |
Baba Black Sheep sonrası, rikşamızla Assi
Ghata gidiyoruz. Holi bayramının son günü olduğu için bu sosyal ghatta neşeli
bir hava var. Ben de Lonely Planet’te tavsiye edilen Pizzeria Vatika’ya
giderek, Ganj manzarasına karşı birer pizza yiyerek, Hint mutfağına ara
verebiliriz diye düşünüyorum. Ancak Vatika’nın terasına çıktığımızda çok da iç
açıcı bir manzara ile karşılaşmadığımızdan sadece bir margarita pizza söyleyip,
paylaşmaya karar veriyoruz. Biz masamızın etrafında uçuşan sineklerle
savaşırken, tuvalete giden babam, garip bir surat ifadesiyle geri dönüyor ve
“Lütfen burada bir şey yemeyelim” diyor. Sonradan anladığımıza göre tuvalete
gittiğinde, daracık koridorda bir inekle karşılaşmış. O bize bunları anlatırken
pizzamız da geliyor, birkaç lokma yedikten sonra kalkmaya karar veriyoruz. Ne
diyelim, Varanasi’de karın doyurmak bazen zorlayıcı bir deneyim olabiliyor.
ÖLÜM? HAYATIN BİR PARÇASI SADECE...
Rikşamızla otele dönerken, otelin bulunduğu
mahallede kenarda bir kalabalık ve ağlama sesleri dikkatimizi çekiyor. Bu arada
trafik de tıkandığından ağlama seslerine, acı ve tiz korna sesleri eşlik
ediyor. Az sonra köşede yakılma seramonisi için hazırlanmakta olan bir kişiyi
ve hemen yanında merhumun bayılan karısını teselli eden ağlayan mahalleli
kadınları görüyoruz. Öylece yola oturmuşlar, yolda ancak bir rikşanın
geçebileceği kadar boşluk kalmış. Bu sebeple yolda oturmuş ağlayan ahalinin
hemen dibinden geçen rikşalar çılgınca kornaya asılıyor. Bizim anlayışımıza
göre ölüye saygısızlık; onlara göre hayatın bir parçası...
VARANASİ’DE SON GECE
Akşam yemeği için biraz uzun oturup,
rahatlamaya ve bu nedenle de ghatlardan biraz uzaklaşıp, Varanasi’nin nispeten
lüks mahallesi Cantonement’taki otellerden birine gitmeye karar veriyoruz. Bütün
gün bize eşlik eden sevgili rikşacımızla anlaşıyoruz ve kendisiyle saat 7.00
gibi yeniden buluşuyoruz. Artık hava karanlık ve bulunduğumuz eski şehirden, Cantonement’a
gitmek moto-rikşa ile yarım saat sürüyor. Bu yolculuk esnasında öyle acayip
mahallelerden geçiyoruz ki; zifiri karanlıklar içindeki bu mahalleleri,
yakılmakta olan çöp yığınları aydınlatıyor. Kokular boğaz düğümlüyor, korna sesleri,
egzoz bulutlarına karışıyor ve gördüğüm manzaralar gerçekten başka bir çağa ait
gibi...
Varanasi’yi temizlemek, Hindistan’da iktidara
gelen her hükümetin yapılacaklar listesinde üst sıralarda yer alıyor, hatta şu
andaki başbakan Varanasi’li ve Varanasi’ye sözü var... Ama buradaki insanlar bu
yaşam tarzını seçmiş sanki, çünkü Hindistan’da her şey değişse de Varanasi’nin bu
kaosunun hiç değişmediği söyleniyor...
Varanasi’deki bu son gecemizde, bizimkilere
Varanasi hakkında ne düşündüklerini soruyorum. Aldığım cevap, benim kafamın
içindekilerden pek de farklı değil... Evet Varanasi insanı kaldırıp, yerden
yere vuruyor, ama dünya üzerinde daha tuhaf bir yer var mı bilmiyorum...
Hepimizin hem fikir olduğu tek bir şey varsa o da “Varanasi’ye bir daha gelmek
istediğimiz”...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder